Astypalaia notları
Geçen yazıda Bodrum’dan
çıkışımızı, Vathi’ye varışımızı ve ertesi gün Kalymnos’un ana limanı Pothia’ya girişimizi
yazmıştım. Kalymnos’tan güneş doğduktan kısa bir süre sonra ayrılmıştık.
Yazının sonunda anlattığım gibi, hiç beklediğimiz gibi bir rüzgar olmadı. Hatta
hiç olmadı desem yeridir, saatlerce 3-5 knot esen, kaba dalgalı Ege’de
otopilotla seyir yaptık. Bir ara ekip havuzlukta derin uykuya daldı, ben de bir
şeyler okudum, iPad ile ilgilendim. Benden başka uyanık tek canlı bizimle
beraber Kalymnos’tan beri gelen karasinekti. Sonra anladım ki o da derin
uykuda, üstüne gelen serpintiden kılı kıpırdamadı. Bu bölge kuvvetli meltemleri
ile bilinir diyordu kitaplar. Ancak meltemlerin başlaması Haziran ayının sonunu
buluyor diye de eklemişlerdi. Bize denk gelmedi.
Astypalaia'da yaptığımız seyirler, girdiğimiz koylar |
![]() |
Astypalaia'nın Vathi'si |
Her bölgeyi, orayı bilen
birine danışmak gerek. Bunu yaparsanız daha iyi koyları bulmanız mümkün. Ancak
Astypalaia’da tanıdığım yoktu dolayısıyla okuyarak, araştırarak bir şeyler
bulmaya çalıştım. Genellikle kuzey, kuzey-batı veya batıdan esen rüzgar yerine
bizim seyrimizde güney-batıdan esiyordu. Bu durumda ilk rotamızda bir
değişiklik yapıp, adanın kuzey doğusundaki Vathi koyuna gidelim dedik, rotayı
değiştirdik. Bu koy oldukça içeri giren, her havaya kapalı olduğu söylenen bir
koy. YouTube’da bazı kanallarda buraya yapılan seyirleri izlemiştim. Denizi cam
göbeği renginde, sessiz, sakin bir koy görünüyordu. Normalde kuzeyden veya
batıdan gelecek rüzgarda 15 mil kadar oraya tırmanmazdık ama rüzgar tersten
esince bunu fırsat bildik ve ilk akşamımızı alargada, Vathi’de geçirmeye karar
verdik. Yaklaşık yedi saat seyrin sonunda Vathi’ye girdik. Evet gerçekten güzel
bir koydu ancak o kadar kapalı bir koy ki denizi bulanık, çünkü dibi çamur.
Rüzgar da iyi esiyordu, ters esen rüzgarı almayacak bir köşesi vardı ama orayı
da biz sevmedik. Sonunda ne yapalım deyip demirimizi attık. Hiç birimiz denize
girmeyi istemedi çünkü dediğim gibi renk müthiş ama bulanık. Bizim Küfre’nin
karaya yakın bölümü gibi. Bilenler bildi.
![]() |
Sadece keçi, çoban köpeği ve arada horoz sesi vardı |
Bizimle birlikte iki tekne
daha vardı o kadar. Yine etraftaki tepelerde fink atan keçilerin çan sesleri ve
arada havlayan çoban köpeğinin sesi, sessizlikte çınlıyordu. Gerçekten de çok
huzurlu bir yerdi, bir restoran gördük, iyi balık yaparmış ama biz sabah erken
kalktığımız için ve hava da serin olduğundan botu indirmeyi gözümüz yemedi.
Kardeşim Sena’nın yolluk olarak hazırladığı zeytinyağlı dolmaları, kıymalı kol
böreklerini yedik ve erkenden yattık. Ben de bir kadeh rakı ile günü bitirdim. Gece
rüzgar durdu, battaniyelere sarınıp çok rahat bir uyku çektik.
Sabah erkence kalkıp şahane
kahvaltı yaptık. Bodrum pazarından peksimet almıştık. Ayrıca stokta farklı
ekmek çeşitleri de vardı ama ben ekmek yemediğim için pek ilgilenmedim. Sadece
böyle bir haftadan fazla uzun seyirlerde buğday rejimimi biraz deliyorum. Bu
sefer de beş altı sabah avucumun yarısı ebadında peksimet yedim. Atilla ekmeği çok
seviyor, meraklı da. Her adada iyi bir fırın bulup ekmek çeşitlerini deniyor.
Kalymnos’tan da aldığı ekmekler ortaya çıkınca benim gözüm döndü ama kendimi
tuttum.
Vathi bize bekleneni vermedi
ve buraya yazayım, eğer Astypalaia’ya gidecek olanlar varsa, Vathi için
rotalarını hiç bozmasınlar. Vathi’den demirimizi alıp adanın güneyine, asıl
yerleşimin olduğu kıyılara doğru dümen tuttuk. Bu sefer rüzgar bakımından
şansımız yaver gitti, on beş mil mesafedeki Maltezana koyuna kadar olan rotada
yaklaşık on iki mil kadar iyi yelken yaptık.
![]() |
Adanın güney doğu ucunu dönerken |
Maltezana koyuna bir adayla
karanın yaptığı boğazdan geçerek giriyorsunuz. O boğazı yelkenler açık
geçtikten sonra bordalamaya karar verdiğimiz beton iskeleye 100 metre kalana
kadar da yelkenleri kapatmadık. Okuduğumuz kitapta beton iskelede yer
bulursanız bordalayın ama balıkçıların yerini işgal etmeyin diyordu. İskelenin
rüzgar almayan tarafında küçük balıkçı teknelerini görünce, bir motor yattan
başka kimsenin bağlanmadığı diğer tarafa yanaştık. Önceleri şıp şıp borda ile
iskele arasından vuran deniz bizi iskeleye yasladı ama nasıl olsa duracak
dedik, alargaya çıkmadık. Bir iki saate kadar rüzgar önce yön değiştirdi, sonra
kesildi. Bu koy Astypalaia ana limanına gelmeden bir kaç koy önce. Girişi
adalarla yarı yarıya kapanmış mükemmel bir koy. Deniz kristal. Henüz sezon
açılmadığı için sakinliği olağanüstü.
![]() |
Maltezena koyundaki beton iskeleye aborda olduk |
Havuzlukta otururken yanımıza altmış
yaşını geçmiş bir kadın geldi ve bana Yunanca bir şeyler söyledi. İşaret
diliyle ve siga siga diyerek yavaş yavaş konuşmasını rica ettim. Arada
kelimeleri yakalayarak, gide gele aklımda kalanlarla kadının ne demek
istediğini anlamaya çalışıyorum. İngilizce de bilmiyor. Ama kaptırıp, sanki ben
anlıyormuşum gibi hızlı konuşmaya başlayınca yine siga siga diye durduruyorum.
Sonunda anlaştık tabii. Ege’nin iki yakasında olup anlaşmamak mümkün mü?
Lerosluymuş. Kocası ile balıkçılık yapıyormuş. Adı Popy imiş. Kocası oralıymış.
Biz Leroslular Türkleri çok severiz ama bunlar sevmez dedi. Kültürlerimiz çok
benziyor minvalli konuştuk. Ben dedi evde hep Türk dizilerini seyrediyorum,
bazen de DVD geliyor öyle de izliyorum. Dedim fark yok, ben TV seyretmiyorum
ama benim evimde de hep Yunan radyosu açık. Şu an da bu yazıyı yazarken yine
Yunan radyosu açık mesela. Neyse iyi şanslar diledik o iskelede bağlı olan
kocasının yanına döndü. Öğlen Glaros’un içinde yemek yerken dışarıdan “kapitan
kapitan!” diye seslenildiğini duydum çıktım, Popy elinde deniz kabuklarıyla
bekliyor. Bize hediye etmek istemiş, anladığım kadarıyla şans getirir
gibisinden bir şeyler söyledi. Teşekkür ettim, aldım. Tekrar içeri girince
ekibe gösterdim kabukları. Gülüşan dedi ki bende bir nazar boncuğu var, ona bir
ip takayım biz de onu hediye edelim. Biraz sonra elimde nazar boncuğuyla
Popy’nin yanına gittim, boncuğu verdim. Sena da bu anı fotoğrafladı. Tüm bu
konuşmalar, kahkahalar sırasında ağ onaran kocası dönüp kalimera demedi.
Gerçekten de bu Astypalaialılar biraz tuhaf mı acaba diye düşündüm.
![]() |
Popy kocasıyla beraber balığa çıkıyordu |
![]() |
Popy ile hatıra fotoğrafı çektirdik |
Sonra bütün tatil boyu
yapmayı en sevdiğim şey olan siestamı eda edip yüzmeye gittim. Dedim ya deniz
çok güzeldi. Bu ada da diğer bütün adalar gibi sahilinde tek sıra ağaç
dikilmiş, ağaçlar ile deniz arasında kum veya çakıl sahili olan bir ada. Bu
sistem harika. Ağaçlar gölge yapıyor ve şezlong, tesis falan olmayan adalarda
halk ağaçların altına hasırını serip gölgede yatıyor. Üstelik dallar, yapraklar
rüzgarla birlikte sallanıp serinlik de yapıyor. Bugüne kadar gezdiğim adalardan
Rodos hariç tümünde bu sistem var. Kos’un da arkasında aynı düzen geçerli.
Lipsi’de, Agathonisi’de, Patmos’ta, Fourni’de, Tilos, Halki, Kalymnos, Nisyros
ve Leros’ta denize girerken bu ağaçların nimetinden faydalandım. Ne kadar basit
aslında. Çok büyümeyen –türünü sormayın bu konuda bilgim sıfır- ve sık aralıkla
dikilen ağaçlarla gölge işini hallediyorsunuz. Şemsiye koymaya gerek yok.
Şezlong meselesi ve sahillerin halka açık olması konusu ile ilgili Yunan
adalarından öğrenecek çok şey var. Sahillerin çok büyük bölümü anlattığım gibi
sahiller. Arada başka koylarda veya aynı koyun çok az bölümünde oradaki
restoran vb. için ayrılmış alanlar var. Orada şezlong, şemsiyeler konuluyor.
Günlüğü 3-4 Euro’ya onlardan da faydalanabilirsiniz. Ama bu size bağlı,
istemezseniz gitmezsiniz, hemen yanında yaygınızı, hasırınızı, varsa katlanır
iskemlenizi koyup güneşlenip, denize girebilirsiniz. Kimse de size hop hemşerim
burası bizim deniz, diyemez. Sahiller halkındır. Rodos, Kos gibi turistik ve
büyük adalarda tesis daha çok gibi görünse de bu iki ada o kadar büyük ki yine
de ezici çoğunluğu halka açık koylardan oluşuyor. Bodrum Belediyesi bu yaz kendine
bağlı plajlarda o hijyenik olmayan plastik şezlongları kaldırdı, aynen Yunan
adalarındaki gibi insanların yere hasırlarını sermesi için ortalığı boşalttı.
Ama bizde sahillerde ağaç olmadığı için hasırdan şemsiyeler koydular. Çok da
iyi oldu. Şezlong isteyen başka koylardaki ya da daha ilerideki “biiiçlere”
gidebilir.
![]() |
Sözünü ettiğim sahillerden biri. Bu bölüm ücretli, kalan bütün sahil ücretsiz. Ağaçlar da gölge ve serinlik yapıyor |
Denize girip çıktıktan sonra
beton iskelenin kara tarafındaki ouzeriye göz atayım dedim. Daha yeni açtıkları
belliydi çünkü dedim ya daha sezon buralarda başlamamış. Astypalaia turistik
bir ada sayılmaz. Yani diğerlerine göre demek istedim. Ulaşımı, bize yakın
adalar kadar kolay değil. Gerçi havalimanı var ve eminim ki her gün Atina’dan
ve diğer bazı büyük adalardan uçuş vardır. Yunanistan’ın tıkır tıkır çalışan
feribotları da uğruyor ama yine bize yakın adalar veya Kikladlar gibi turistik
adalara kıyasla çok az sefer var. Kos’a her gün iki üç büyük feribot uğrarken
Astypalaia’ya biz oradayken hiç büyük feribot gelmedi ya da gece ben uyurken
geldi gitti. Siyasi olarak, yani yönetim olarak On İki Adalara dahil olan
Astypalaia aslında mimari olarak da, coğrafi olarak da tipik Kiklad adaları
özelliği taşıyor. İnsanı da bizim sahile bakan adalardaki gibi sıcak kanlı,
güleç, neşeli değil. Yüz yıllar boyu korsanların adası olmanın getirdiği bir
özellik mi bilinmez ama durum bu. Bu arada ne On İki Ada olabilmiş ne Kiklad
olabilmiş, arada kalmış bir ada. Her iki takım adalara da uzak, ortada, yalnız
bir ada. Beni en çok etkileyen şey de bu yalnızlık duygusunun elle tutulurluğu oldu.
Kışının nasıl olduğunu tahmin edebildim. Kış nüfusu 800-1.000 kişi arasıymış.
Yazın 4.000’e çıkıyor dediler. Neyse, konuyu dağıtmayayım, nerede kalmıştım? Evet,
Maltezena koyundaki ouzeriye bakayım diyordum. Çok sevimli, sahilde küçük
bahçeli bir mekandı. Ekibe dedim ki ben önden gideyim, bir kadeh uzo
söyliyeyim, hem etrafı kolaçan eder hem sahibiyle konuşurum. Yiyecek bir şeyler
varsa, gözüm tutarsa size el sallarım gelirsiniz. Uzoyu söyledim, benden başka
bir kişi daha vardı. Arka masada mekanın sahibi olan ailenin annesi ağacın
gövdesini saracak bir hırka örüyordu. Oğlu ve aşçı ile tanıştım. Aşçı dediğim
de genç, siyah önlüklü, master şef edalı biriydi ve menüyü sayarken işini
zevkle yaptığını hissettiriyordu. Sezon başı olduğundan menüyü henüz bastıramamışlar,
on defa özür dilediler. Koyda bir çok balıkçı vardı ve tabii ki balıklar
taptazeydi. Gözüm tuttu, ekibe el salladım, geldiler. Son yıllarda yediğim en
taze ve en güzel mezeleri, balıkları yedim.
O yörenin keçilerinden yaptıkları peynir ile başladık ki ağızda bıraktığı tat ile koku çok iyiydi. Sonra dakos geldi. Derken babalarının yaptığı balıklı, domates soslu, nefis zeytinyağı ile sundukları bir meze geldi ama balığın adını unuttum. Sonra balık carpaccio diyebileceğim bir meze, yine o keçi peynirinin sıcak, sağanaki tarzı versiyonu ve sonunda bugüne kadar bu kadar lezzetlisini yemediğim barbun kızartmalar geldi. Hem çok yedim hem de sık yemediğim kızartmadan dolayı ertesi gün midem yanacak diye korktum. Hiç bir şey olmadı. Bodrum’un barbunu çok güzeldir. Nice güzel barbunlar yedim Bodrum’da fakat bu farklıydı. Hem lezzeti başkaydı hem de tabii kızartılan yağı. Bizden başka sonra bir çift geldi ne yediler görmedim ama muhtemelen o akşam yağ sadece bizim için kullanıldı. Gecenin sonunda o koyun gençleri geldiler, aile masasına oturdular. Bir iki laf da onlarla ettik. Uzolar açıldı, tatlılar ikram edildi.
![]() |
Akşam gittiğimiz mekan |
Şimdi söylemek istediklerim var.
Birincisi, Ege’nin ortasında, turistik olmayan bir adanın bir koyunda mükemmel
bir mekana denk geldik. Tuvaletleri tertemiz, basit ve çok yalın tasarımı olan
tuvaletlerdi. Mutfak pırıl pırıl, etrafta yağ damlası yok. Aile işletmesiydi
dedim, sanıyorum ki aşçı aileden değildi ama muhtemelen o adadandı. Hiç
beklemediğim çeşitler sundular. Yediklerimizden aklımda kalanları yazdım zaten.
Bizde ne oluyor peki? Bodrum merkezinden söz etmiyorum, benzer koyları
düşünüyorum. Kalabalık olmayan koyları gözümün önüne getiriyorum. Mesela
Karaincir, Akyarlar diyeceğim ama buralar bile şu söz ettiğim koydan daha
büyük. Her neyse, buralarda gittiğiniz mekanların hepsi aynı şeyleri sunar.
Haydari, çiçek dolması, patlıcan/biber kızartması, kalamar, varsa balık ve
köfte, tavuk şiş. Tabii çiğ börek ve gözlemeciler de var. Akyarlar’daki bir iki
balıkçıyı ayrı tutuyorum, onlar büyük mekanlar. Kıyaslamaya çalıştığım mekanlar
sekiz on masalık yerler. Bizde kimse komşusundan daha farklı bir şey yapayım
demiyor, akıl alır gibi değil. Aynı standart mezeler, aynı servis. Ege’nin
ortasındaki adanın bir koyunda insanlar carpaccio, keçi peynirli mezeler, hiç görmediğim
balıklı mezeler sunuyor. Bana kimse Bodrum’da balık carpaccio, ızgara keçi
peyniri yiyebilirsin demesin. Tekrar ediyorum ama, merkezdeki adam başı 500 TL
verilen yerlerle veya Yalıkavak marinadaki mekanlarla kıyaslamıyorum.
Bildiğiniz köy sahilinden söz ediyorum. Daha acısı, aşağı yukarı aynı paraları
veriyorsunuz. Bu yaz Euro çok arttığı için fiyatlar bizimle ancak kafa kafaya
geldi. Geçen sezona kadar çok daha az para veriyorduk. Konu sezon kısalığıysa
onlarda daha kısa. Yani üç ay çalışıyoruz bütün kış onu yiyoruz bahanesi bu
kıyaslamada geçerli değil. Maliyetse, adalarda her şey daha pahalı, her şey
anakaradan geliyor. Tek avantajları içki fiyatları. Altı yıldır lokantalarda 20’lik
uzo –markasına göre- yedi ila on EU arası değişiyor. Hiç artmadı. Bizim paramız
pul olduğu için bize maliyeti artıyor çünkü biz dünyanın ilk yirmi ekonomisi
içindeyiz, Yunanlılar ise per perişanlar. İsteyen bununla övünebilir, ben
asgari ücretle kaç şişe rakı alınacağına bakıyorum. Böyle bakınca Yunanistan
cennet.
Bu sürpriz mekanda mükemmel
yemekten sonra kırk adım atıp Glaros’a vardık. Sabah yürüyerek köyü keşfe
çıktık. Zaten küçük bir köy fakat nasıl bakımlı ve temiz anlatılmaz. Burada
fotoğraflarına yer veriyorum, fark edeceksinizdir. Ufacık mekanlar bile son derece
özenli, temiz ve bir köy tümüyle bütünlük içinde. Evlerin hepsi beyaz, öyle
granit, gri, sarı evler yok. Hepsinin bahçesi bakımlı. Açıkçası, imrenerek
gezdiğim köyden ve koydan ayrılırken aklım arkada kaldı.
![]() |
Koya akşam çökerken |
![]() |
Koydaki yerleşim çok az. Her yer tertemiz, bakımlı |
Kısa bir motor
seyriyle iki gece üç gün kalacağımız ana limana geldik. Limanda yer bulduk,
demirimizi koya bırakıp kıçtan kara bağlandık. Gelen görevliden elektrik aldık.
Suyu da sabah ve akşam yarım saat verebileceğini söyledi. Adalarda su ciddi bir
sorun. Tilos adasında sahilde duş yoktur mesela. Astypalaia’da baraj varmış, bu
önemli. Ama yine de çok tasarruflu kullanıyorlar. Ben tekne sahibi olmadan önce
de suyu çok dikkatli kullanırdım. Gençliğim İstanbul’un su kesintileriyle
geçti. O dönemden kalma bir alışkanlıkla suyu düşüncesizce harcayana çok
kızarım. Teknede suyu daha da özenle kullanmak gerekiyor. İki depom var,
toplamda 300 lt ediyor. Ama dört kişi dikkatli kullanmaksak, alargada
kaldığımızda suyumuz biterse felaket olur. O yüzden her bulduğum yerde depoyu
tamamlıyorum.
![]() |
Maltazena'dan ayrılırken |
![]() |
Astypalaia'nın ana limanına girmeden öncesi |
Liman çok sevimliydi. Gayet
korunaklı bir konumda. Kıç tarafımızdaki yüksek mendirek bizi açık denizin
havasından, dalgasından koruyordu. Mendirekin arkasında çok geniş bir beton
rıhtım var, feribotlar ve büyük tekneler oraya yanaşıyor. Limanın içi tertemiz.
Zaten tam karşımızdaki küçük kumsaldan denize giriyorduk. Adalılar siesta
saatinde suya dalıp çıkıyor, eve uykuya çekiliyordu. Bir keresinde papazı
gördüm, denizden çıktı, cübbesini giydi, havlusunu sırtına attı kilisesine
gitti.
Teknenin pruvasından bakınca
ada merkezinin tamamını görebiliyorsunuz. Tipik bir ada mimarisi karışada
duruyor. Dar ve yokuşlu sokakalar Chora’ya çıkıyor. En tepede Venediklilerin
yaptırdığı kale var. Limana demirledikten sonra teknede bir şeyler yedik öğlen
güneşinin azalmasını bekledik. Bu arada ekip yüzmeye gitti ben siestaya
çekildim. Akşam üzeri bir taksi çağırdık ve bizi yolun bittiği meydana çıkarıp
bıraktı. Yel değirmenlerini solumuza alıp başladık tırmanmaya. O kadar güzel
evler vardı ki fotoğraf çekmeye doyamadık. Ve merkezde de sokakta bir çöp
parçası göremedik. O ara sokaklar bile tertemiz çünkü halk temiz ve yaşadıkları
yere, adalarına iyi bakıyorlar. Temizlik imandan gelir lafı doğruysa o kastedilen
iman başka bir iman çeşidi olmalı.
![]() |
Glaros Astypalaia limanında |
![]() |
Liman içinde, karşıdaki ağaçların altında gölgelenip pırıl pırıl denizde yüzebiliyorsunuz |
Kaleye vardığımızda manzara
nefes kesti. Egenin kelebeğini (Adalarına Butterfly of Aegean diyorlar)
yukarıdan görebildik. Adanın koylarının sayısı neredeyse Göcek koyları kadar.
Haritadan belli oluyor zaten. Denizden keşfetmek için ideal bir ada. Maalesef
yeterli zamanı ayıramadık. Toplam beş gece kaldık ama tamamını gördüğümüzü
söyleyemem. Sadece fikir sahibi olduk bence. Şimdiden tekrar gelmeyi istiyorum.
Kiklad adalarına gitme planım var, o seyirde gidişte veya dönüşte Astypalaia’ya uğrarım diyorum.
![]() |
Kaleden görüntü |
![]() |
Limana bakış. Teknelerin karşısında küçük çakıllı sahil |
Akşam kaleden güneşi
uğurladıktan sonra dar sokaklardan kıvrıla kıvrıla sahile kadar yürüdük.
Çıkarken taksi, inerken yürümek en akıllıcasıydı.
![]() |
Belediye binası |
Akşam yemek için yer
ayırttığımız, Şebnem Hanım ve eşi Kosta’nın mekanına gittik. Şebnem Hanım’ı ve
eşinin hikayesini bir yelken dergisinde okumuştum. Instagram’da hesapları
olduğunu öğrenince takibe başladım. İlk fırsatta geleceğimizi yazdım, kendisi
de misafir etmekten memnuniyet duyacaklarını aktarmıştı. Teknenin karşısındaki
kumsalın sonuna doğru çok zevkli bir mekanları var. Adı Ouzeri Anastasia. Masalar
kumsalda, karşınızda ışıklandırılmış kale ve Chora manzarası, uzo, güzel
mezeler ve sohbet. E daha ne olsun? Masamıza oturduk, uzoları söyledik, küçük
tabaklarda mezeleri sırayla getiriyorlar. Siz eğer istemediğiniz varsa
söylüyorsunuz. İyi bir yöntem. Böylece gündüzden menü hazırlanıyor, akşam
herkes aynı anda ızgara istediğinde yaşanan karmaşa olmuyor. Dolayısıyla
karı-koca mekanı rahatlıkla çevirebiliyorlar. Hikayelerini anlattılar, çok
güzel bir hikaye ama şimdi ben burada anlatmayayım. Siz gidince kendilerinden
dinlersiniz. Beş yıldır Mayıs-Kasım arası Astypalaia’da, kalan zamanlarda ise
Köyceğiz’de yaşıyorlarmış. Kostas tam bir enişte olmuş, Türkçesi harika. Bu arada
dünyanın küçük olduğuna bir kere daha şahit olduk. Şebnem Hanım ile ben ve
kardeşim Sena seksenlerde, Fenerbahçe’de aynı sokakta oturmuşuz. Bir çok ortak
tanıdık insan ve mekan çıktı haliyle. Gece tsipuro ikramıyla sona erdi. Güzel
bir akşamdı, aklımda kalacak gecelerden biriydi.
![]() |
Anastasia Ouzeri'de akşam hali |
![]() |
Şebnem Hanım ve eşi Kostas enişte |
Ertesi günü, tabiri caizse
pinekleyerek geçirdim. Tatilde en dinlendiğim gündü diyebilirim. Biraz yüzmeye
gittim, onun dışında kafede oturdum, teknede siestaya çekildim. Adanın
bunaltmayan mükemmel havasında terlemeden günü geçirmek harikaydı. Ertesi
akşamı Glaros’ta yiyerek geçirdik. Sabah kahvaltıdan sonra Chora’yı arka
taraftan gören koya demirledik. Günü ve geceyi burada alargada geçirmeyi
planlamıştık. Koy çok güzeldi, demir tutuşu çok iyiydi, kuzeye dönen rüzgara
kapalıydı, çok rahat ettik. Botla sahile çıkıp biraz yürüdük. Yanıma telefonu
almadığıma pişman oldum çünkü burası benim çok sevdiğim Ovabükü’ne hayli
benziyordu. Ama çok daha temizi, düzenlisi, bakımlısı. Burada da daha önce
anlattığım gibi sık ağaçlar dikilmiş, yine aynı şekilde sahilde isteyen yatıp
güneşlenebiliyor. Bir kaç restoran, iki bakkal, bir iki de apart ve motel
vardı. Burası da daha tam sezon başlamadığından çok faal değildi, dolayısıyla
sessizdi. Biz koya girdikten biraz sonra bir Fransız çift tekneleriyle
geldiler. Derken İzmir limanına bağlı, güzel ve bizden hayli büyük, bakımlı bir
Türk yelkenli teknesi geldi. Botla yanımızdan geçerlerken selamlaştık. Denize
girip çıktık, adadaki son akşamımızı sakin geçirdik. Gece yıldızları seyrettik,
denizi dinledik, iyot soluduk. Sonra göz kapakları uykuya daha fazla
direnemedi. On günlük seyahatimizde bir akşam saat gece 01 civarı yattık
sanırım. Diğer geceler 23-24 arası yatıyorduk. Bu da tam bir dinlenme oldu. İki
defa 40 bir defa 22, bir defa da 17 millik seyirler yaptık. Kırk milliklerin
sonunda iki kadeh uzo da içince pestil gibi oluyordum.
![]() |
Livadia koyu |
Ve derken sabah oldu ve yine
uzun bir seyir bizi bekliyordu. Bu sefer rotamız Nisyros’tu ve rüzgar da vardı,
yelken yapacağımız için keyifliydim. Erkenden demirimizi topladık, yine seyir
sırasında sandviç ve çaydan oluşan kahvaltımızı yiye yiye rotamıza girdik.
Astypalaia bende çok iyi
duygular bırakan bir ada oldu. Dediğim gibi, adanın yalnızlığını hissettim ve
yalnızlığı çok sevdiğim için de adayı kendime çok yakın buldum. Benim
kalabalıklarla ve seçmediğim insanlarla bir arada olmaktan kaçmak gibi bir
derdim var. Bu durum önceleri bu kadar baskın değildi. İstanbullu hayatımda
kırklı yaşlarıma kadar çok sosyal, hatta bayağı hızlı yaşantım vardı. Gecede
bir kaç mekan gezip, gece üçlerde eve giren biriydim. Sonraları bu azaldı
tabii. Derken kalabalıklara ve insanların tavırlarına takılmaya başladım. Yavaş
yavaş kendimi o hayattan çektim. Derken bu kalabalıklar, hoyratlıklar,
nezaketsiz güruhlar çok sık karşıma çıkmaya başladı. İstanbul’un değişmeye
başladığı 2000’lerin başından söz ediyorum. Kendi gettomda yaşayacak halim yok
dedim İstanbul’dan ayrıldım. Bodrum bana çok iyi geldi. Derken burası da
kalabalıklaşmaya başladı. Evet neyse ki İstanbul’daki gibi bir durumdan söz
edemem, edersem haksızlık olur ama yazın burada da hoyrat, terbiye yoksunu
magandalar ile karşılaşıyorum. Mesela gittiği mekanda cep telefonundan bağıra
bağıra görüntülü konuşan görgüsüzler. Siz sakin sakin otururken yanınızda cep
telefonunda müzik, film açanlar falan. İşte bunlardan kaçmak için son bulduğum
çare tekne oldu. Hiç olmazsa adalara gidip medeni insanlarla bir arada
olabiliyorum. Ne telefonundan yüksek sesle müzik dinleyen, ne de mekanlarda
ağlayan şımarık çocuklar karşıma çıkıyor. Adalara gitmediğimizde de Gökova’nın
bir koyuna sığınıyoruz, koya maganda bir motor yat gelmesin diye dua ediyoruz.
Genellikle gelmiyorlar neyse ki. Onlar daha çok Göcek tarafındaymış, öyle
diyorlar. Yazın Leros’a gitmeme nedenim de bizim bu görgüsüz, ütüye benzeyen
motor yatlar.

![]() |
Derken ana limanda Popy ile tekrar karşılaştık. Balıkları satmaya gelmişlerdi |
Sonuç olarak Astypalaialılar
böyle uzakta, kendi içlerinde hayatlarını kurgulamış, yaşayıp gidiyorlar. Lüks
bir şey olmamasını çok seviyorum. Lüks restoran, lüks otel vs yok. Her şey
kararında, temiz ve yeterince. Mekanlar özenli. Astypalaia da böyle bir ada.
Limanda küçük bir hediyelikçisi var mesela, çok güzel ve oldukça özgün işler
satıyorlar. Başka bir hediyelikçi yok. Bizde olduğu gibi hemen yanına aynı
malları satan bir hediyelikçi açmamış kimse. Bakın bu çok şaştığım bir konu.
Bodrum’da Tepecik camiinin olduğu bölgede belediye standlar açılmasına izin
verdi. Bugün baktım, yan yana yedi tane deniz kabuğundan yapılma hediyelikler,
sünger satan stant var. Yahu bire bir aynı ürünleri satıyorlar. Yan yanalar.
Biriniz de başka bir şey satsın. Ne bileyim camdan hediyelikler satsın. Ama
hayır. Bizde hep böyledir. Eskiden video dükkanları vardı, video kaset
kiralarlardı. Bu iş bir tuttu, her sokakta yan yana üç beş videocu açıldı.
Sonra ne oldu? Hep birlikte battılar. Bu aralar da lokmacılar açılıp duruyor
mesela. Bu yaz sonu kapanan lokmacıları görürüz herhalde.
Neyse nereden nereye
getirdim lafı. Astypalaia’dan ayrıldık ve bu yazının sonu geldi. Bir sonraki
yazı Nisyros’u ve Kos’u anlatırım. Daha önce diğer bloğumda da bu blogda da iki
adayı yazmıştım, bu sefer çok detaya girmeden anlatacağım. Bir de rica edilen
bir konu var, o da giriş/çıkış işlemleri ve bunların ücretleri. Bunları da
ekleyerek üç yazılık seriyi bitiririm.
Mavilikler sizinle olsun,
hayatınız mavileşsin...
Yorumlar
Yorum Gönder