Yeni seyir; Bodrum-Leros-Agatonissi-Lipsi-Kalymnos-Bodrum


Bizim On İki Adalar, Yunanlıların Dodekanisia dediği adaların çoğuna gittim. Kos, Kalymnos, Leros, Lipsi, Patmos, Nisyros, Tilos ve Halki, Glaros ile gittiğim adalar. Symi kanalından geçtim ama adaya çıkmadım. Rodos’a ise feribotla gittim. Bu adalar topluluğuna dahil Karpathos, Kasos, Astyphalia, Agatonissi ise kalan, görmediğim adalar. Bitirdiğimiz bayram tatilinde ilk rotamız Astyphalia idi. Oraya daha önce giden arkadaşım Ali Boratav, Yacht dergisinde adayla ilgili izlenimlerini yazmıştı. Kendisini arayıp bilgi aldım. Bu mevsim Ege’de kuzeyden ve batıdan gelen sert meltemler dönemi. Kos ile Astyphalia arasında o tarihlerde 30-32 knot rüzgar tahmin ediliyordu. Sağanaklarda artacağını da düşününce, 37 ft teknenin havuzluğunda dört kişi hayli konforsuz bir seyir yapacağımızı öngördük. Ali de önce Leros’a yüksel oradan aşağıya in dedi. Bu durumda mesafe 80 mil civarına denk geliyordu ki bu da 12-14 saatlik bir seyir demek. Bir gece Leros’ta konaklayıp, yolu 35/45 mil olarak bölebilirdik. Ancak yine de sert havada yapacağımız 7-8 saatlik seyir yoracaktı. Astyphalia’yı bir Eylül-Ekim dönemine bırakmaya karar verip rotayı Samos’a çevirdik. Samos On İki Adalar’a dahil değil. Doğu Sporadlar denilen ada grubuna dahil. Bu grupta Midilli, Sakız ve İkaria adaları da var. Okuduğum dergi ve kitaplarda hakkında çok iyi yorumlar vardı. Bir kişinin bile olumsuz bir yazı yazmamış olması referans oldu ve rotamızı Samos’a göre planladık. Arada, görmediğimiz Agatonissi’yi de uğrayacaktık. Sonuçta bir cumartesi sabahında diğer cumartesi akşamına kadar Bodrum-Leros-Agatonissi-Samos-Kalymnos-Bodrum rotasına karar verdik. Tabii şunu unutmamak gerek, denizde rotaya siz karar verdiğinizi sanırsınız ama sonuçta hava ve deniz ne derse o olur. Bunu biliyorum.

Bodrum limanından çıkarken
17 Ağustos Cuma günü kumanyamızı Glaros’a yükledik, buzdolabını çalıştırdık, ertesi sabahki seyir için hazırlıkları tamamladık. Ertesi sabah Gümbet limanından halatları çözdük, Bodrum deniz sınır kapısında işlemlerimizi yapıp, yolluk içkilerimizi alıp Leros’a doğru dümen kırdık. Akyarlar açıklarında sert deniz ile karşılaştık. Tam pruvamızdan gelen 20-22 knot ile epey mücadele ettikten sonra öğleden sonra, güneşin batışına yakın Leros’u batısındaki ana limana, sakin Lakki’ye girip rıhtıma kıçtan kara bağlandık. Elektrik alıp, karaya çıkıp yürüyüp akşam yemeği için tekneye döndük. Sekiz gün boyunca her akşam dışarıda yemek yersek içki tüketimimiz artacaktı, dikkatli gidelim diye önceleri teknedeki kumanyayı bitirmeyi uygun bulduk. Ekipte en çok içki içen benim ve ben de evde, teknede gayet makul tüketirim. Dışarıda ise arada ipin ucu kaçabiliyor. Leros’tan giriş işlemlerimiz için acente yetkilisi Yorgo geldi, tekne evraklarını teslim ettim. Gece yatınca fark ettim ki pasaportları vermeyi unutmuşum. Leros’ta işlemler farklı koylarda yapıldığından uzayabiliyor. Ertesi sabah aradım, Alinda’ya, sınır polisinin bulunduğu yerdeki ofislerine gidip pasaportları teslim ettik. İşlemler ne kadar sürer diye sorduğumuz acentenin Türk elemanı Ahmet, bir kaç saatı bulur, sizi ararız dedi. Peki ne yapalım deyip yine Lakki’ye döndük. Mayolarımızı alıp bu sefer Panteli’ye gittik, orada bira-patates yapıp denize gireriz işlemlerin bitmesini orada bekleriz dedik. Geçen bayramda çıkışımızı Leros’tan yapmak istemiş, sistemlerinin de arızalanması nedeniyle saatler süren işlemler yüzünden bir gece daha kalmıştık. Bu sefer giriş yapıyorduk ve sistemlerinde arıza yoktu. Ancak çok giriş varmış, yine işler uzadı. Sonuçta bir kaç saat sürer dedikleri işlemler için gece on ikiyi bekledik. Böylece Leros’ta bir günümüz gitti. Leros zaten en az sevdiğim adadır. Geçen sefer bir türlü çıkamamıştık, bu sefer de giremedik. Anlaşılan Leros beni, ben de Leros’u sevmiyorum. Özellikle Panteli ve sonrasındaki Alinda koylarında kendimi Yalıkavak-Türkbükü hattındaymış gibi hissediyorum. Hayatım boyu o tarz insanlardan kaçıp onlarla Yunan adasında karşılaşmak hiç hoş değil. Öyle sanıyorum ki bundan sonra Leros’a giriş/çıkış yapmam.

Leros garip bir ada. Her adada liman bölgesi en hareketli bölgeyken Leros'ta tam tersi. Liman bölgesi bomboş, adeta film platosu gibi.
Bodrumlu Pablo Leros limanında
Lakki Marina'da
Lakki
Leros'tan ayrılırken
Gereksiz yere 24 saat kaybettikten sonra o akşam da teknede yiyip sabah erkenden Leros’tan halatları çözdük. Gün doğarken koydan çıkıyorduk. Sabah erken seyire çıkacaksak sabah kahvaltı masası kurmuyor, termosa çay koyup bir yandan seyir yapıyor bir yandan hazırladığımız sandviçleri yiyoruz. Bizimle beraber Anek şirketinin Kalymnos’tan Leros’a gelen feribotu da kalktı. Bu feribotla yıllar önce ben de sabahın altısında Kalymnos’tan Leros üzerinden Lipsi’ye gitmiştim. Pazartesi sabahı aynı anda limandan çıktık.

Rotamız Agatonissi idi. Leros’un kuzeyini dönüp açık denize çıkınca rotayı Agatonissi’ye çevirdiğimizde rüzgar da başladı. Harika bir iskele kontra apaz seyri ile adaya vardık. Yaptığım en keyif veren seyirlerden biriydi. Bizim hemen arkamızdan Anek de Lipsi’ye uğradıktan sonra küçücük adanın limanına girdi. Anek’in manevrasını bekleyip biz de manevramızı yapıp küçük limanda bulduğumuz yere kıçtan kara bağlandık. Koyun girişinde tam karşıdaki küçük beton platforma 6-7 tekne bağlanabiliyor. Koyun sancağında kalan feribot iskelesine feribotun olmadığı süre içinde aborda olabiliyorsunuz. Zaten her gün feribot yok. Gelen de on-on beş dakika içinde yükünü boşaltıp kalkıyor. Feribot manevra sahası dışında da demir atıp alargada kalabiliyorsunuz. Gösterge, yanaştığımız iki tekne arasındaki sığlığı 2,25 m. olarak verdi. Bizim salma 1,90 m olunca girdik. Fakat daha geride bir kaya varmış, dümen palası tekne oynadıkça oraya denk geliyordu, arada vurmaya başladı. Halatları boşladık, Glaros’u biraz açtık, sonra da yanımızdaki İtalyanlar çıkınca onların yerine geçtik.


Agatonissi limanına yanaştığımızda
Temel ihtiyaç maddelerinin en temeli olanlar mevcut, rafların çoğu boş. Ama adada hayat kurtarıyor.
Teknenin eli lezzetli kadınlarından ikindi kahvaltısı
Yorgo'nun tavernası

Leros’taki zorunlu kalmadan sonra bu sakin ada beni de ekibi de büyüledi adeta. İlk planımızda Leros’ta bir, burada da bir gece kalmak vardı ama daha yolun başında Leros planımızı bozdu. Yanımıza Foça limanına kayıtlı bir yelkenli yanaştı. Foça’dan çıkmışlar, Samos’a uğramışlar, Bodrum’a iniyorlardı. Hemen Samos’un durumunu sorduk. Liman o kadar kalabalıkmış ki ilk gece alargada kalmışlar, yer boşalmasını beklemişler. Epey gürültü de var dediklerinde ekipçe birbirimize bakıp aynı anda Samos bir başka seferi beklesin biz burada kalıyoruz dedik ve yayıldık. Agatonissi’nin bizdeki adı Eşek Adası. Didim’in karşısına denk geliyor. Bulabildiğim kayıtlarda nüfus 80 diyor. Ancak yeni kayıtlara ulaşamadığımdan bir tahmin yapabiliyorum, tahminen 300 kişi civarı olmalı. Yazlık bir ada, yaz kış yaşayan fazla bir nüfus olduğunu sanmıyorum. Iki market, iki meyhane, bir kafe, bir de hediyelik eşya satan küçük mağaza var. Hepi topu bu. Adanın merkezindeki koyun iki ucu arası 200 m civarı. Bunun yarısı denize girmek için küçük çakıllı harika bir alan, diğer yarısı ise yürüme yolu, liman vs. Sessizlik ve dinginlik bizi bizden aldı. Tekneden atlayıp yüzebileceğimiz denizde durmak büyük nimet. Tilos ve Halki bağlama yerlerinde de böyleydi, tekneden atlayıp yüzebiliyorduk. Elli-altmış metre ötede de yine sakin, yürüyerek girilebilecek sığ denizdeki su kristal gibiydi. İlk akşam yemeği iki tavernadan biri olan Glaros’ta yedik. Glaros ile aynı isimli mekanda hiç bulunmamıştım. Manzara, sakinlik mükemmel, yemekler vasatın biraz üstündeydi. Alıştığımız Yunan porsiyonrları yerine bizim Türk porsiyonları geldi. Eh Euro da ekonomi dahisi reis ve damadı sayesinde 7 Liralara dayanınca ödediğimizin karşılığını almadığımızı düşündüm.

Glaros restoranının önünde

Glaros restoran

Gece boyu sallandık durduk. Koya ciddi solugan giriyor ve oldukça etkili oluyor. Kıçta gıcırdayan halatın sesi baş kamaradan duyuluyordu. Şikayetçi olmadım, sonuçta herhalde bebekken annem de ayağında sallamıştır. Ertesi günü de huzur içinde geçirdik. Yüzdük, dinlendik, siesta yaptık, ben de hala tam öğrenmediğim navigasyon cihazını kurcaladım biraz. iPhone’a indirdiğim Navionics çok daha Pratik ama aslında teknenin kendi cihazını daha iyi bilmem gerekiyor.

Akşam bu sefer ikinci seçenek olan mekana, Yorgo’nun yerine gittik. Tabelada George yazıyor ama George zaten Yorgo demek. Yorgo amcanın işini iyi bilen biri olduğu hal ve tavırlarından, beyaz pos bıyığından belliydi. Ne istediğimizi anlattık, uzolarımız ve yemeklerimiz gelmeye başladı. Yemekleri sayarken ahtapotu saymadığını fark ettim. Oysa sabah yürürken restoranın önünde ipe dizilmiş, kurutulan ahtapotları görmüştüm. Sorunca aldığım cevaptan anladım ki bizim Türk olduğumuzu fark edince ahtapotu saymamış. Sonra da özellikle “var ama biraz sert” dedi.  Yunan adalarında ahtapot dövülmeden, haşlanmadan sadece rüzgar ve güneşte kurutularak ızgaraya hazır hale getiriliyor. Iyi bir usta iyi pişirince dışı sert ama içi kendi suyunda pişmiş, nefis deniz tadında oluyor. Dışının kıtırı da ızgara kokuyor. Bence tam bir şölen. Ama bizim insanımızın ahtapotla arası pek iyi değil. İyice yumuşatılmış, haşlanıp neredeyse sünger kıvamına gelmiş, lezzeti de uçup gitmiş ahtapotu tercih ediyor. Doğrusu ben de adalara gidip öğrenmeden bilmiyordum. Rahmetli Mustafa (Berk Balık) önceden haber vererek gelirsem benim için ada usulü ahtapot yapardı. Belli ki bir kaç kere Yorgo’nun başına da benzeri olaylar gelmiş, bu ahtapot sert diye geri yollanmış, artık Türk turist görünce ahtapotu saymıyor. Dedim ki tamam, biliyoruz, sen getir biz severiz. Gerçekten de tam ada usulü pişirilmiş ahtapotu uzoyla birlikte bayıla bayıla yedik.

Mürettebatın yarısı Barbayanni, yarısı Frantzeskos sevince. Ama kaptanın dediği olur, Barbayanni daha iyidir.





Yüzdüğümüz küçük sahil



Haftanın belli günlerinde feribot geleceği zaman açılan mekan. Diğer zamanlar kapalı çünkü gidecek kimse yok.


Deniz suyuna makarna...
Askerlik şubesiymiş. Herhalde sevk zamanı açılıyordur.


Son gün, bağlandığımız beton platformda Glaros'tan başka iki tekne kaldı




Agatonissi'den ayrılırken
Gece yine sallanarak uyumaya çalıştık. Gündüz hareket etmeyen koyun denizi akşam kaba dalga yapıyor. Sabah kahvaltımızı yapıp yavaştan demir alalım, dönüş yoluna geçelim dedik ve rotayı Lipsi’ye çevirdik. Yukarı tırmanırken sert olan hava, aşağı inerken kaldı, esmez oldu. Motor seyriyle devam ettik, Lipsi’ye geldiğimizde limanın dışında, feribot iskelesine bakan tarafta zar zor yer bulduk. Agatonissi’den sonra Lipsi kalabalık geldi. Kaldı ki Lipsi küçük bir ada aslında. Yani bir Patmos değil, o kadar turistik hiç değil. Ama bizim bayram nedeniyle diye tahmin ettiğimiz kalabalığın asıl nedeninin o gün bir festival olduğunu öğrendik. Öğleden sonra bir manga asker, başlarında bir papazla limana gelen motordan indiler. Lipsi’nin limanındaki kiliseye gidildi, halk da katıldı, çanlar çaldı, ayin yapıldı. O günün ne anlama geldiğini birisi anlattı ama din ile ilgim sıfır olduğu için bir kulağımdan girdi diğerinden çıktı. Meryem ile ilgi bir günmüş, o kadarını hatırlıyorum. Sonra kısa bir halk yürüyüşü ile (Lipsi limanı uzun yürüyüşe izin vermiyor zaten, küçük bir koy) limanın sağ tarafındaki restorana gittiler. Orası geceye hazırlanmış, sandalyeler eğlence düzenine göre dizilmiş, başlama saatini bekliyormuş meğer. Her zaman yediğimiz ahtapotçuda yer yoktu. Hemen yanı başındaki mekan da doluydu ve rezervasyon yapmıyorlardı. Biz de ilk kez deneyeceğimiz farklı bir mekana oturduk. Deniz dibinde fena sayılmayacak yemekler yedik ama gece boyu rüzgar öyle esti ki masa örtüsü uçuyordu. Yemekten sonra adanın tek ve çok iyi pastanesine gidip biraz da orada takıldık. Oturacak yer yoktu, millet ayakta bekliyordu. Lipsi’ye bu dördüncü gidişim, hiç bu kadar kalabalık görmedim. Mekanın biri Türkçe menu bastırmış, teknelere dağıtıyordu. Bayram onlara çok yaradı. Gece yarısı tekneye döndük, güzel bir uyku çekip sabah rotayı Palionisos’a çevirelip dedik. Uzonun etkisiyle uyudum. Saat dört civarı hem yine çok sallandığımızdan hem müzik gürültüsünden uyandım. Gözlerime inanamadım, sözünü ettiğim mekanda akşam dokuzda başlayan canlı müzikli eğlence aynı hızla devam ediyordu. Ve de sesi kısmak falan yok. Teknelerin bazıları halat çözüp kaçmış, çalkantılı denizde alargada kalmayı göze almış. Haklılar, çünkü onlar tam da restoranın dibinde bağlıydı. Biraz uyumaya çalıştım, dalmışım. Altıya doğru uyandım, hiç hız kesmeden devam ediyorlardı. Saat yedide azıcık kıstılar. Sekizde alış verişe çıktığımızda merak edip yanlarına gittik, en son direnen altı, yedi kişi alkolden ayakta duracak haller kalmamış vaziyette birbirlerine yaslanmış, kendilerince dans ettiklerini sanıyor. Şarkıcı atletle kalmış, yere oturmuş bir şeyler söylüyor. Kemancı üstü çıplak, hoparlöre dayanmış yıkılmamaya çalışıyor. Ama inatla devam ediyorlar. Bu arada sekiz-on kişi de masalarda onları dinliyor. Saat dokuzda şak diye kestiler. Tam on iki saat durmamacasına çaldılar. Dedim pes!

Lipsi limanı

Lipsi sokakları...








Gülüşan, kardeşim Sena ve Atilla ile akşam yemeği öncesi atıştırması.
Böylece sakin Lipsi’de gürültülü bir geceyi ardımızda bırakarak Kalymnos’un Palionisos koyuna doğru dümen tuttuk. Bu koya daha önce bir kere gelmiştim. Çok güzel bir koy. Oldukça içeri giriyor ve dışarıdan koyu içindeki tekneleri fark etmek kolay değil. Öyle derin ve korunaklı. Tonozlar var. Yarısı koyun sağındaki, yarısı solundaki restorana ait. Önceden arayıp yer ayırtmıştım, soldaki restoranın tonozuna bağlandık. Denize girip, yüzüp, sonra akşam uzosuna hazırlık yapayım derken dediler ki klozet ağzına kadar dolu. Yolda deşarj etmiştik, fark etmemişiz depo çıkışı tıkanmış olmalı. E ne yapacağız? Koyda teknik servis mi bulacağız? Olabilecek ihtimallere göre Atilla daldı, elinde tel ile çıkışın ağzını kurcaladı falan ama açılmadı. Hadi tekrar koyun dışına çıktık, tekneyi yalpalattık belki açılır diye ama yine olmadı. Bu halde gece yarısı yola çıkamayız dedik, bari sabah erkenden Turgutreis’ten giriş yapalım, tatili bir gün kısaltalım. Çünkü tuvaleti çalışmayan teknede dört kişi ne yapacağız? Tatil zehir olur. O arada akşam botla karaya çıkmak için ben bottayken Atilla yanlış binince bot beni fırlattı, kıyafetlerle hoop denize. İstem dışı denize girmek neyse de o arada gözlüğüm dibi boylamış. Çıkınca fark ettim. Sonunda karaya çıkıp yemeğimizi yedik, tekneye döndük ama canım çok sıkıldı. Son zamanlarda her seyirde acaba nereden ne sorun çıkacak diye beklemeye başladım. Çünkü hep bir sorun ile karşılaştım. Bu da işin tadını kaçırıyor. Ya yelken halatı koptu, ya ırgat arızalandı. Bunlar olacak şeyler tabii ama üst üste gelince bezdiriyor. Eh tekne de sıfır değil on iki yaşında olunca arızalar daha da artıyor. O akşam tekneyi satmaya karar verdim. Hatta koyda karşılaştığım, bu tekneyi almamda payı olan Erol Kepenek’e de fiyat araştır allasen, sıkıldım artık dedim. Gerçekten de keyfim kaçtıydı.


Paloinisos


Vathi'de güneş ve rüzgarla kurutulan ahtapotlar
Vathi


Kaptan Kosta'nın mükemmel deniz mahsullü makarnası
Kalymnos'un limanı Pothia bölgesi
Telendos'ta mehtaplı gece
Mihailis ile mekanı Kapsoulis'te






Neyse sabah Palionisos’tan, çıkış işlemlerimiz için ana limana, Pothia’ya geçmek için seyire başladık. Koyda demirliyken deneyimli birinin önerdiği yöntemi deneyelim dedi Atilla. Epey bir uğraştık ve sonuçta deşarj mümkün oldu. Böylece biz de rahatladık ve bir gece daha kalacak zamanı kazandık.

Kalymnos benim en sevdiğim –neyse ki bizim milletin de en sevmediği, kayalık, yeşili olmayan, eğlencesi yok denecek kadar az- şahane bir ada. Bu gidişim sanırım on sekizinci gidişim oldu. Artık limandaki kafe sahibi, ilerisindeki meyhaneci, Masouri’deki otel sahibesi, Telendos’taki meyhaneci, oto kiralamacı gibi dostlarım var. Glaros’u limanda bırakıp araba kiralayıp ada turuna çıktık. Kardeşim Sena ve Atilla, Vathi ile Emporiou’yu görmemişlerdi. Gülüşan bir kere gitmişti. Önce Vathi’de kahve içtik, sonra Emporiou’da şezlonglara yayıldık, Kostas’ta deniz mahsullü makarna ile Mythos birası yaptık. Akşam da Telendos’a, Mihailis’e geçtik. Gecenin sonunda Mihailis curasını aldı, Yedikule Zindanını o Yunanca, biz Türkçe beraber söyledik, geceyi ve tatilin sonunu çok iyi kapattık.

Sabah acentemizden belgeleri ve pasaportları alıp Turgutreis’e doğru yollandık. Yine sakin bir havada gümrüğe girdik. Gümrükte, Agatonissi’de Foça’dan gelen tekneyle karşılaştık. İşlemlerimiz bittikten sonra Gümbet’e, limanımıza doğru seyir yapıp yerimize bağlandık.

Sekiz gün süren, yaklaşık 140 millik rotamızı bitirdik. Güzel bir seyirdi. Yeni koylar, yeni denizler öğrendim. Biraz daha deneyim kazandım. Özlenecek yeni bir ada girdi hayatıma. Şimdi önümüzde 30 Ağustos tatili var, içim kıpırdamaya başladı. Bu sefer Gökova’da bir iki günlük sakin bir seyir istiyorum.

Glaros’u ne mi yapacağım? Hiç, kalacak tabii, o moral bozukluğunu bir daha yaşamamayı dilerim.

Mavi günler dilerim...

Yorumlar

Popüler Yayınlar