Bir önceki yazıda anlattığım
gibi, bayrama denk gelmesi nedeniyle Symi bizi yordu. Diğer adalarda da bayrama
denk gelmiştik tabii ama o adalar sakin ve Türk bayraklı teknelerin rağbet
ettiği adalar değil. Bir diğer unsur da Symi giriş/çıkış yapılan ada ve
Hisarönü, Marmaris, Datça limanlarında, marinalarında bulunan tekneler doğal olarak burayı
kullanıyor.
|
Symi'den sonrasını üç etapta aldık. Önce yeşil ile işaretli Symi-Datça, sonra kırmızı işaretli Datça-Knidos, en son da sarı ile işaretli Knidos-Bodrum |
Symi’de kaldığımız gecenin
ertesinde, yakın civarda denize girecek makul bir koy bulamayınca –yani hem
sakin hem makul- dedik bari madem Datça’dan giriş yapacağız, o zaman Kargı’ya
gider orada denize gireriz. İyi ki de öyle yapmışız, Kargı’nın güzel suyunda
kendimize geldik, bir gece önceki Symi’nin gürültüsünü, pasını üstümüzden
attık. Datça’daki liman yetkilisi çok geç kalmayın demişti, saat üç civarı
Datça limanında bulduğumuz yere kıçtan kara yanaştık. Ancak liman doluydu,
işlemleri bitirip çıkmanız gerek dediler. E ne yapalım biz de alargaya çıkarız
diye düşündük ama limanın belediyeye değil de kooperatife ait bölümünde bir yer
bulduk. Oranın da sahibi sabah sekizde gelecek dediler, o saate kadar
çıkarsanız buyrun gece kalın. Tamam dedik, kaldık. Datça boğucu sıcaktı ve
kalabalıktı. Bulunduğumuz yer biraz esiyordu, eğer ilk bağlandığımız yerde
kalsaydık gece boğulabilirdik. İyi ki yer yoktu ve iyi ki kooperatif bölümünde
yer bulduk.
|
Kargı |
|
Kargı |
|
Glaros Datça limanında |
Datça’ya yılda en az dört-beş
kez giderim. Ama yazın hiç gitmem. Bu ikinci yaz gidişim oldu. İlki iki yıl önce yine
bayram seyri dönüşü Palamutbükü’neydi, o gidişim beni Palamutbükü’nden soğuttu.
Liman içinde dışkı yüzdüğünü görünce yazın Palamut’a adım atmamaya yemin ettim.
Bu sefer de yine seyir dönüşü zorunluluktan uğradık. Nerede benim Ekim-Mayıs
arası gittiğim Datça nerede bu Datça. Bütün güney kasabalarımız gibi Datça’nın
da yaz sezonu dışındaki halini seviyorum. Mesela kışın Hüsnü’de lodos
fırtınasında kabaran denize karşı rakı içmenin tadına vardıktan sonra yazın
aynı mekanın kumsalında dip dibe masalarda, sıcakta, gürültü, patırtı arasında rakı
içmenin tadı olur mu? Ya da mesela Şubat ayında dostum Fevzi’nin bizim için
açtığı mekanında biz bize uzun sohbetli, kahkahalı rakı sohbeti yazın
yapılabilir mi?
Fevzi demişken, Datça’da
kalacağımız akşamı tabii Fevzi’de geçirdik. Her zamanki gibi Ege otlarını,
peynirleri, deniz mahsullerini zevkle yedik, sohbetimizi yaptık.
|
Fevzi'nin mükemmel mezeleri |
|
Kalamar yahni... lezzet patlaması |
Ertesi sabah saat sekiz
olmadan Datça limanından ayrıldık. Bodrum’a kadar olan yolumuzu ikiye bölecek, bir gece
Knidos’ta kalacaktık. Bütün hava raporu siteleri, deniz durumunu veren siteler
o günü ve sonraki iki günü 25-35 knot arası rüzgar veriyordu. Özellikle
Knidos’ta kalacağımızın ertesi günü için en kuvvetli hava olacak diyorlardı.
Malum Knidos’u dönerken zaten karışık hava yapar bir de şiddetlisi nasıl olacak
diye düşündük. Dedik eğer rüzgar şiddetini azaltmazsa bir gece daha kalırız.
Çok bilinen ve çok doğru bir denizci lafı var. Ben Sadun Boro’nun bir
kitabında okumuştum galiba, diyor ki; En iyi kaptan fırtınada teknesini limana
getirebilen değil, fırtınada limandan hiç çıkmayandır. Deniz ile şaka olmaz çok doğru
bir laf. Hiç bir şey emniyetten, canımızdan daha önemli değil. Denizde yapılan
programlar da, zamanlamalar da denizin izin verdiği ölçüde geçerlidir. Bu
değişmez bir kural.
Sabah kahvaltımızı alargada,
Kargı koyunda yaptık. Hava yavaş yavaş esmeye başladı. Kargı'dan çıkarken 20
knot’u bulmuştu. Batıdan batıdan bastıran havaya karşı giderken İnceburun
fenerine gelirken bir anda kaldı. Bir ara 3 knot’a kadar indi. Burnu döndükten
sonra biraz daha devam etti ve sonra tekrar 20’leri buldu. Pruvamız sulara gire
çıka Knidos’u bulduk. İskelede tam da bizim Glaros’a uygun, 37 feet tekne için
adeta rezerve edilmiş iki tekne arası boşluğa girip aborda olduk. Biraz sonra
arka teknemizden yaşları 8-15 arası değiştiğini tahmin ettiğim üçü kız biri erkek dört çocuk
çıktı. Dedim eyvah, bunlar bize rahat vermez, devamlı gürültü yaparlar. Ancak
tekne İtalyan bayraklıydı. Bu biraz olsun içimi ferahlattı. Yabancı bayraklı
tekneler denizcilik adabını çok daha iyi biliyorlar, böyle sessiz ve sakin bir
yerde çocuklarının gürültü yapmasına izin vermezler. Nitekim tahminim doğru çıktı.
Teknede dört çocuk iki de kadın vardı. İki gün boyunca neredeyse çıtları
çıkmadı. Denize atlayıp çıkarken bile yüksek sesle bağrış çağırış yapmadan
eğlendiler. Güvertede de nasıl olsa ellerine telefon, tablet falan alır ses
yapmazlar derken ellerine kitaplarını alıp köşelerinde okudular. Aileleri belli
ki telefon/tableti yasaklamış. Çocuk oyunları oynadılar, sohbet ettiler. Biz o
yaşlarda ne yapıyorsak aynısını yaptılar. Ne kadar garip geldi. Çünkü o yaşta
olup da böyle çocuklar görmek artık mucize. Anneleri de “Maria yemek hazır gel
mamacım” gibisinden bağırmadığından mutlu mesut komşuluk ettik.
|
İnceburun feneri |
|
On İki Adalar'a gidişlerimde kullandığım Dodecanese feribotu |
Knidos’ta hiç gecelememiştim
ve bunu yapmak istiyordum. Gece -artık küçülmeye başlasa da- mehtabımız çıktı.
Antik tiyatronun üstüne, oradan denize vuran ışığının yarattığı atmosfer, zaten
tüyleri diken diken eden o ortama ne kadar da yakıştı. Akşam yemeğimizi oranın tek
restoranında yedik. Bu arada Milas’ta orman yangını olduğu haberini okudum.
Aynı saatlerde İzmir’de de yangınlar çıkmıştı. Milas’ın yoğun dumanı Knidos
açıklarından, Kos ardından batmakta olan güneşin önünden geçmeye başladı. Orman yangınlarında
mahvolan ağaçlar, bitki örtüsü, kaçamayıp can veren canlıları düşününce içimden
bir şeyler kopuyor.
|
Glaros Knidos limanında |
|
Binlerce yıl öncesinin medeniyetinin izleri arasında demirlemek, gece onlarla bir arada olmak çok etkileyici. Knidos gibi bir liman dünyada kaç tane olabilir ki? |
|
Kardeşim Sena |
Ertesi sabah Knidos’un
Ege’ye bakan askeri liman tarafından denizi kontrol edeyim dedim. Ege bembeyaz köpük
köpüktü. Bu arada büyük guletle Bodrum’dan Knidos’a gelen dostum Tunç Kaptan “abi
sakın çıkma” dedi. Glaros’un havuzluğunda otururken Knidos girişinde dalgaların
tepesinden döne döne savrulan suları görünce yerimizden kıpırdamamaya karar
verdim. Bu gibi durumlarda teknedekilerin fikrini almak önemli. Ama son karar
tekne sahibinin ve kaptanın olmalı. Ben de yukarıda değindiğim Sadun Boro’nun anlattığından
hareketle, kalalım dedim.
|
Ege köpürmeye başlamıştı |
|
Milas orman yangının dumanı Knidos'un önünden geçerken |
Ertesi sabah açıkta 35-40
knot’u bulan rüzgar 18-20’lere inmişti. Halatlarımızı çözdük, Knidos’tan
ayrıldık. Epey dalga ve deniz yiyerek dört saatte Gümbet’e varabildik. Yerimize
yanaştık, tekneyi toparladık, temizlik yaptık. On günlük seyrin keyfi ve hafif
yorgunluğuyla eve döndük. Bu kez çok dalga yediğimizden midir nedir, gün boyu
yer altımda sallanıp durdu.
|
Ve Knidos fenerini bir kez daha selamladım |
Çok güzel bir on gün
geçirdik. Denizde olmak zaten başlı başına güzel. Özgürlüğü, doğayı, rüzgarı, güneşi,
mehtabı doya doya yaşamak müthiş. Güzel yerler gördük, güzel anlar yaşadık,
güzel anılar biriktirdik. Her seferimiz yeni bir deneyim. Her seyir dönüşünde
biraz daha öğrendiğimi hissediyorum. Öğrenmenin bitmeyeceğini bilerek denize
çıkmak bu işin cilvesi. Biliyorum ki hiç bir zaman tam öğrenemeyeceğim. Bunu
bilmek emniyetli olmanın temeli değil mi zaten?
Beş yazıda toparlamaya
çalıştığım on günlük seyrimizin notları bu yazıyla bitti. Yeni rotalarda, yeni
anıları biriktirmek üzere mavi bir hayat dilerim.
Yorumlar
Yorum Gönder