Çökertme’ye ilk gidişim,
kara yoluylaydı ve yanılmıyorsam 2009 yılının ya ilk ya son baharıydı. Sezon
dışı olduğunu hatırlıyorum. Virajlardan inerken toz toprak içinde kalmış,
aşağıdan çıkan kamyonun tozutması nedeniyle göz gözü görmez olmuş, bir süre arabamı
durdurmuş, tozun dağılmasını beklemiştim. Tabii çukur ve tümsekleri anlatmama
gerek yok. Böyle bir yoldan indikten sonra sahile çıkan dar sokaklardan birine
park etmiş, küçük sahilinde yürümüş ve doğrusu güzelliğine hayran kalmıştım.
Sezon dışında açık mekan var mıdır emin olamadığımdan, Çökertmeyi’de hiç
bilmediğimden, yanımda sandviç ve ayran getirmiş, çakıl taşlarının üstüne
oturup yemiştim. Çıt çıkmayan, Ege’nin adeta göl gibi durgun olduğu o gün
Çökertme aklıma kazındı. Sonraki yıllarda yine arabayla Antalya, Fethiye ya da Selimiye,
Datça taraflarına giderken Gökova sahil yolunu kullanırsam, arada kahve molası
için uğrardım. Daha sonra bir kaç kez konaklamak için de gittim. Ama hep
sezonunun en yoğun olduğu zamanların dışındaki dönemleri tercih ettim. Çünkü
dar sahilinde yüze yakın çocuk ile tatil yapmanın anlamı yok.
Derken 2017 yılında Glaros
girdi hayatıma. Artık Gökova’yı karadan değil denizden keşfetme yıllarım
başlamıştı. Glaros’u Mart ayında almış, Nisan ayında ilk Çökertme seyrimizi
yapmıştık. O ilk seyirden beri de –son gidişimiz hariç- hep Orhan Restaurant’ın
önceleri iskelesine, iskeleler sökülünce de tonozuna bağlandık. Üstün ve Ünsal
kardeşlerin yeri ayrıdır bende.
Bu yazıyı hazırlarken
baktım, Glaros ile üç yılda tam on iki kez Çökertme’ye gitmişim. Bunlardan dördü bu yıl
olmuş, burada onlara dair notlarımı ve fotoğrafları paylaşmak istedim.
İlk seyir: Mart 2019
Kış çok sert geçmişti. Ocak
ve Şubat aylarında hiç seyir yapamadık. Her hafta sonumuz fırtınalıydı,
Glaros’u limandan çıkaramadık. Mart ile beraber yavaş yavaş bahar yüzünü
gösterince, ayın sonuna doğru ilk bulduğumuz fırsatta Glaros ile Çökertme’ye
vardık. Sert kıştan çıkan Gökova yemyeşildi. Sessiz, sakin, mükemmel bir ortam
vardı. Gökova da sakindi, gece kamarada uykuya dalmaya yakın, bordaya vuran
Ege’nin şıpır şıpır sesini dinliyorduk. Bir gece kalıp ertesi gün Bodrum’a
dönmüştü.
|
Sert bir kıştan çıkmanın keyfiyle Gökova rotasındayken |
|
Orhan Restoran'ın tonozuna bağlandık |
|
Sakin Çökertme'nin tadını çıkaran Gülüşan |
|
Havuzlukta otururken hafif serin hava ve mis gibi kokan iyot ne güzel. Bahar aylarının nimeti. |
|
Çökertme sabahı |
|
Sezon açılışı |
|
Yazın sıcakta yürünmeyen Çökertme'nin yolları |
İkinci seyir: Ağustos 2019
Mart ayından Ağustos ayına
kadar On İki Adalar arasında gidip geldik. Yazın bu en kalabalık döneminde
–yukarıda söylediğim gibi- mümkün olduğunca bizim koylarda olmamaya çabaladım.
Ben de diğer deniz dostu yelkenciler gibi koylarda sabaha kadar jeneratör
uğultusuna sebep olan, jet ski ve benzeri bilumum gürültü yapan oyuncaklarla
koyda gün boyu etrafa rahatsızlık veren, bunlar yetmezmiş gibi teknelerinin
altını, üstünü led ışıklarla donatıp gece yıldız seyretmeyi bile engelleyen görgüsüzlerden
çok rahatsız olduğumdan, onlarla karşılaşma ihtimalimin en az olduğu yerlere
gidiyorum. Ve maalesef o yerler de bizim karasularımızın dışında. Kıyılarımız
bu sonradan görme, denizcilik kültüründen zerre nasiplenmemiş motor yatlarla
dolu. Bir tık altında ise öğlen ve akşam yemeklerinde mangal yakıp, koya duman salan, gece de genellikle eller havaya tarzı müzikleri
açıp ortalığı inleten, çoğunluğu haftalık kamara satan guletler. Elbette tüm
motor yatlar ve tüm kamara satan guletler böyle değil ama ben gördüklerimi ve
yaşadıklarımdan çıkardıklarımı yazıyorum. Durum bu. Çeşitli yatçılık ve deniz
kültürü dergilerinde, yılların deneyimli yelkenci yazarları da aynı konulara
değiniyorlar, aynı şeylerden şikayet ediyorlar.
Ağustos ayının sonunda 30
Ağustos tatilini de fırsat bilerek üç bacaklı bir seyir planladık. Önce
Adalıyalı’da alargada bir gece kaldık. Oradan Ören Marina’ya geçtik. Bu
marinayı ve Ören’i bu mevsimde çok seviyorum. Marina çok huzurlu ve iyi bir
marina. Bir çok diğer marina gibi çarşısı, canlı müzik yapan mekanı falan yok. İki restoran bir market tamam. Marinanın konumu gerçekten çok iyi. Hele
arkasını yasladığı dağ olağanüstü görüntü veriyor. Bir gün teknede yaşamaya
karar verirsek bir marinada olmamız gerekecek. O da Ören Marina olabilir.
|
Adalıyalı'da |
|
Sahildeki kayalardan topladığım kaya koruğu ile lezzetlenmiş domates salatası. Sarımsak ve zeytin yağı ile tabii... |
|
Çökertme açıklarından Ören'e doğru giderken |
|
Ören Marina'nın konumu mükemmel. İyot kokusuna kekik kokusunun karıştığı bir marina. |
|
Ören sahili |
|
Marinada akşam |
Ören’den sonra ertesi sabah
Çökertme’ye geçtik. Sakinlik beklemiyorduk elbet ama bir Temmuz-Ağustos
kalabalığı da olmaz demiştik. Gece 30 Ağustos Zafer Bayramı için düzenlenen
fener alayının coşkulu kalabalığına ortak olmak çok güzeldi ve o ortamda
gürültü önemli değildi. Hava sertti, gece soluganlar yüzünden bir kaç kez
kamaranın duvarına çarpıp uyanaraktan sabahı ettik.
|
Ören'den Çökertme'ye geldik. Ağustos sonu da olsa bir kalabalık var tabii. |
|
Glaros Çökertme'de |
|
Orhan Restaurant'ın sahili |
|
30 Ağustos nedeniyle iki yelkenli arasına asılan bayraklar çok güzeldi |
|
Çökertme'de akşam |
|
Fener alayı |
|
Kaptan İbrahim'in iskelesinde yakılan meşaleler |
|
Üstün ile Ünsal'ın babaları Mesut Orhan çok iyi bir balıkçı. Tam reis... |
|
Sahil denetlemesinden |
Üçüncü seyir: Eylül 2019
Eylül ayında havayı kolladık
ve yelken yapabileceğimiz rüzgarın olduğu bir hafta sonu rotamız Çökertme deyip
Gümbet’ten ayrıldık. Karaada’yı geçip Papuçburnu taraflarına gelene kadar
rüzgar mırın kırın ediyordu, yine de yelkenlerimizi açtık. Yaklaşık 3-4 mil
kadar yükseldikten sonra harika bir rüzgar yakaladık ve tek tramola ile Molla
İbrahim’in önlerine kadar geldik. Sağanaklarda 24-25 knot esen rüzgar, belki de
sezonun en zevkli yelken gününü armağan etti.
|
Rüzgarsız bir havada çıktık |
|
Rüzgarı yakaladık |
|
Yelkenleri açtık |
Dördüncü seyir: Ekim 2019
Hakan Girgin, İstanbul’dan
çok eski arkadaşımdır. Doksanlı yılların Nişantaşı’ndaki Süleyman Nazif barı bilenler, o barın üç ortağından biri olan Hakan’ı da bileceklerdir. Şu sıralar
Bodrum Ortakent’te Dalga Beach’i işleten Hakan ile, Glaros’u aldığımdan beri,
şöyle bir Ekim-Kasım ayında Gökova seyri yapalım deyip duruyorduk. Bir türlü
olmadı. Bu Eylül sonu dedik, olmadı. Ekim başı dedik hava izin vermedi. Sonunda
geçtiğimiz hafta hem hava, hem işlerimiz izin verdi ve çetenin diğer bir üyesi
Ahmet (Kurşuncu) de katıldı, 17 Ekim Perşembe sabahı kısa bir kumanya alış
verişi yapıp Gümbet’ten halatları çözdük. Biraz motor seyri, rüzgar çıkınca
biraz yelken derken akşam hava kararmadan Çökertme’ye vardık. Bu sefer Kaptan
İbrahim’in iskelesine bağlandık. Kaptan İbrahim'deki Ramazan ve Doğu, Dalga Beach’in eski
çalışanlarıymış, mutlaka bekliyoruz demişler, elbette kırmadık. Ahmet olta
takımları hazırlamış, balık tutmaya hevesliydi. Balıkların bundan ne kadar
haberi vardı bilmiyorum ama sırtıya bir palamut takılıverdi. Hemen teknenin
kıçında ayıklayıp kovaya koyduk. Akşam üçümüze yetmeyeceğinden bir iri çupra
takviyesiyle sakin Çökertme koyuna karşı rakımızı yudumladık, cennette
yaşamanın tadına vardık.
|
Ahmet sırtıyı salmış, Hakan güneşleniyor. Yine sakin bir havada çıktık Gümbet'ten. |
|
Derken rüzgarı hafiften yakaladık |
|
Kaptan İbrahim'in iskelesine bağlandık |
|
Sepet çok şıktı ama aşağıda rağbet eden arkadaş olmadı |
|
Masamızı kurduk |
|
Hakan Girgin |
|
Ahmet Kurşuncu |
|
Masada bu ne güzel memleket diye konuşurken bu kareyi çektim |
Ertesi sabah kahvaltıdan
sonra kahve falan derken Kisebükü’ne doğru gitmek üzere hazırlıklarımızı yaptık.
O arada iskeleye 8-9 metrelik iki ahşap tekne bordaladı. Ekim ve Kasım ayları
Bodrumluların Gökova’yı gezme zamanıdır. Yazın iş için buralara misafir getiren
tur tekneleri, günlük gezi tekneleri sezonun bittiği bu günlerde kendileri için
çıkarlar. Genellikle de erkek erkeğe çıkılan bu gezilerde tüketilen alkolün
miktarını -yıllar içinde- görmesem inanmazdım. Ben sabah kahvesini içerken biralar
ve rakılar açılmıştı bile. Tamam, rakı içmeyi severim ama benim tarzım başka.
Birincisi güneş mızrak boyuna inecek, gündüz rakısından haz etmem. Rakıyı yanında
bir iki küçük meze olmadan da içmem. Hiç bir şey yoksa bir mandalina soyar, o
da yoksa peynir ve zeytin ile başlarım. Gördüğüm arkadaşlar gibi içmem mümkün
değil. Bodrumluların genetik olarak karaciğerlerinde farklılıklar olduğundan
eminim, başka açıklama yapamıyorum.
|
Sakin sabah |
|
Kisebükü'ne doğru |
Biraz sonra halatlarımızı
çözüp Kaptan İbrahim personeline veda edip rotamızı Kisebükü-Adalıyalı tarafına
çevirdik. Yolda Ahmet yine sırtıyı sallandırdı, biz de motora yarım yol verip
siga siga, kıyı kıyı seyir yaptık. Derken bir palamut daha gelmez mi? Dedik
Ahmet senden 3 kiloluk bir balık daha bekliyoruz. Bunu söyleyip hedef büyüttüğümüz
için midir bilinmez kalan bir, bir buçuk saat boyunca tık etmedi olta. Kisebükü
koyuna gelince olta toplandı, koyu boydan boya turlayıp demir atıp kıçtan kara
yapacağımız yere geldik, manevramızı yapıp, demirimizi attık. Bu andan sonrası
mükemmeldi. Denize girdik, botla turladık, akşam rakısına eşlik edecek balığı
hazırlamak, içimizdeki usta aşçı Hakan’a düştü. Balığı öyle güzel marine etti
ki, bende yer etmiş olan “Ege palamutu yenmez, saman gibi olur” düşüncesinin
hükmü kalmadı. Tabii balığın bir kaç saat önce yakalanmış olmasının önemini de
göz ardı etmiyorum.
|
Adalıyalı |
Akşam havuzlukta, hafif
serin bir sarıyaz akşamında sohbet edip, rakımızı içtik, balığımızı yedik. Üçümüz
de müzik dinlemeyi çok seven insanlarız ama, müzik dinlemek sanki o sakinliği
bozarmış gibi geldi, sessizliği dinlemeyi tercih ettik. Günlük hayatımda, özel
durumlar dışında saat gece on iki oldu mu yatarım. Ama mesela Ahmet’i
bilirim ki, gece üç olmadan asla yatamaz. Hakan da öyle. Deniz üstündeyken saat
on dediğimizde gözler küçülüp Japon gözüne dönüşmeye başlıyor.
|
Deniz mükemmeldi |
|
Ahmet yakaladı, Hakan ayıklayıp pişirdi, bana yemek düştü |
|
Yıllarca bar ve restoran işleten ikili yanında bana iş düşmezdi tabii |
|
Biri tişört diğeri bere ve anorakla nasıl oluyor derseniz ben de bilmiyorum. |
|
Palamut mükemmel pişmişti. |
Sabah güne erken başladık. Harika
bir havada kahvaltı ettik, dinlendik, denize girdik, öğlen yemeği için yine
Hakan mutfağa geçti. Yemekten sonra yavaş yavaş toparlanma zamanımız geldi.
Aklımız Adalıyalı’da kalaraktan rotayı Bodrum’a çevirdik. Hava yelkene uygundu
ancak tam kafadan geldiğinden tramolayla bir süre yol aldıktan sonra Karaada’ya
gelirken motor seyrine geçtik çünkü hava kararmaya başlamıştı ve Karaada
rüzgarı epey kesmişti. Orak açıklarında 15-17 knot esen rüzgar 5-6 knota
düşmüştü. Biz de motor seyri yaparaktan, hava tam kararırken Gümbet’e girdik.
|
Kisebükü sabahı |
|
Bir ara bütün tekneler gitti, koy bize kaldı. Aslında topu topu dört tekne vardı. |
|
Paranın, rantın insanın gözünü kör etmesinin, bir noktadan sonra artık hiç bir şeyin -doğa, çevre- o insan için öneminin kalmadığının kanıtı bu koy işte. Nasıl bir hırstır ki türlü katakulliyle buraya otel yapacak? Kim yapacak? Turizm bakanı. İzni kim verdi? Turizm bakanı. Kime verdi? Turizm bakanına. |
|
Bu gelişimde de kayaların arasından kaya koruğu topladım |
|
Dönüş rotasında |
|
Biz limana girmek üzereyken, bir katamaran Knidos'a doğru yol alıyordu. Görüntü çok güzeldi. |
Üç gün iki gecelik, 40-50
millik seyir bile bize uzun tatil gibi geldi yine. Eski dostlarla seyirin tadı
başka. Güldük, sohbet ettik, dinlendik, keyif yaptık ve tekrarına diyerek
halatlarımızı bağladık.
Tekrarına...
Yorumlar
Yorum Gönder