Gökova, yirmili yaşlarımda ilk kez gördüğüm ve o günden beri aramda bağ olduğunu hissettiğim bir coğrafya. Arabayla Sakar'dan aşağı inerken karşı kıyıdaki koyları görüp iç geçirdiğim körfez. Yıllar sonra Glaros ile o koylara gitmenin anlamı çok başka. Yani konu sadece "bir teknem oldu ve Gökova'yı geziyorum" değil. Fakat denizden Gökova'yı tanıma, bilme konusunda kendimi eksik hissediyordum. Körfezin bizim Bodrum tarafındaki kıyılarını biliyorum ama karşı kıyıya dair bilgilerimde eksiklik vardı. İki kere Yedi Adalar'a, bir kere de Armonika'ya gitmiştim.
Mersincik seyrimizi bitirdikten sonra Gökova seyri planı yaptım. İstanbul’dan arkadaşlarım Okyar ve Ayşe Tuncel çifti tatillerini geçirmek için Bodrum’a gelmişler ve tekneleriyle Mersincik seyrimizin son iki gününe katılmışlardı. Gökova’da da birlikte olalım dedik. Kumanyamızı aldık ve 9 Ağustos sabahı halatlarımızı çözüp, on günlük Gökova seyrimize başladık.
Glaros otopilottayken birlikte seyir yaptığımız dostlarımdan çok imrendiğim bir şeyi yaptım, dümende olmamanın rahatlığıyla havuzlukta uzandım, keyif çattım.
Rotayı Navionics ekran görüntüsünde göreceğiniz gibi planladık. Ilk akşamımızı Çökertme’de geçirdik. Ertesi sabah Tuzla taraflarına dümen tutacaktık. Orada istediğimiz kadar kalıp Karacasöğüt’e devam edecektik. Orada da duruma göre arzu ettiğimiz kadar kalıp Armonika’ya geçeriz diye düşündük. Dönüş rotamızda ise 14 Ağustos Cuma akşam üzeri tekrar Çökertme’ye gidip, karadan gelecek kardeşim Sena ve Atilla ile buluşacaktık. Pazar günü onları yolcu ettikten sonra o akşam da kalıp, ertesi gün Adalıyalı’da alargaya çıkarız diye düşündük. Adalıyalı’dan da Bodrum’a dönmeyi planladık. Çok şükür ki planımız sorunsuz hayata geçti.
1.Gün: Bodrum-Çökertme
Çökertme ve Orhan Restaurant, yazları ikinci evimiz oluyor. Her ne kadar bu ay sahil biraz kalabalık olsa da kendimizi olabildiğince izole ederek Çökertme’de kalıyoruz. Gerçi bu ay deniz de pek iyi olmuyor, hem rüzgar hem girip çıkanların sayısının fazla oluşu bir miktar bulandırıyor. Ama Mesut Orhan’ın yakaladığı balıkları düşününce –benim için- deniz ikinci plana inebiliyor. Akşama doğru mekanın iskelesinin ucuna kurulmuş rakı sofrasında güneşi uğurlamak, beni çok mutlu eden, çok keyif veren bir ritüel.
2. ve 3. Günler: Çökertme-İngiliz Limanı
Aslında ilk planımızda Tuzla burnu civarında bir koyda kalmak vardı. Tanıdık kaptanlardan o bölgede olanlar var mıdır, varsa oralarda yoğunluk ne durumdadır diye araştırırken Tunç Kaptan “Abi İngiliz Limanı açılmış oraya git, sakindir” dedi. Malum orası Okluk Koyunun girişi ya, malum zat veya ailesinden birileri yazlık saraya gelince İngiliz Limanı da kapatılıyor. Okluk zaten kapalı. E bu kadar korkuyorsan gitme oralara tabii ama neyse konumuz bu değil. Korku dağları bekleyince Gökova’da gezinen yerli-yabancı deniz tutkunları, mavi yolculuk turistleri buralara giremiyor. Açık bilgisi gelince hiç düşünmeden İngiliz Limanı’nı rota tuttuk.
Çökertme'den çıkıp Gökova'nın ortalarına yaklaştıkça rüzgarımız ile beraber hızımız da arttı.
Daha önce gitmediğim bir koydu ve doğrusu merak ediyordum. Biz Pazartesi sabahı Çökertme’den ayrıldık, güzel bir batı rüzgarı yakaladık, sancak kontra apaz seyriyle mükemmel yelken keyfi yaptık. Çok zevkli bir seyir oldu. Limana girince kendimize yer ararken Okyar’lar ve arkadaşlarının da İngiliz Limanı’na gelmeye karar verdiklerini öğrendiğimizden mümkünse iki teknelik bir boşluk aradık. Bulduk da. Biz bağlandıktan bir kaç saat sonra onlar da geldiler. WhatsApp’tan konumumuzu Okyar’a göndermiştim ancak sanırım yerimizi tam bulamamış olmalı, bodoslama Okluk koyuna girmeye kalkınca derhal bir polis motoru yolunu kesmiş. Geri dönün, yasak falan diye uyarmış. Okyar “Ama Serdar abi orada, yanına gidiyoruz” deyince polis duraksamış, tarif edilen yere gidip bakmış tabii ki orada yokum. Beyfendi buraya üç yıldır kimse girmiyor geri dönün demiş, Okyar “Ama Serdar abi...” diye devam edince bakmışlar işler çatallaşacak, tamam dönüyoruz deyip dönmüşler, Okyar beni aradı, abi neredesin diye. Konuşunca anladım ki Okluk’a girmeye kalkışmış, dedim hemen dön, iskelendeki koya gir, biraz sonra beni göreceksin. Akşam bu hikayeyi anlattıkça gülüştük. İngiliz Limanından ayrılırken o polisin yanına gidip “Ben Serdar Abi, beni soran oldu mu?”diye sorsa mıydım acaba?
Ören açıkları.
İngiliz Limanı
Glaros İngiliz Limanında
Ertesi gün bot ile Sadun Boro heykelinin fotoğrafını çekmek için yine Okluk girişine gittiklerinde bu sefer başka bir polis botu takibe geçmiş. Kırmızı botla İngiliz Limanı’nda demirlediğimiz yere kadar takipte kalıp, yanımıza gelip hangi bölgeye girilemeyeceğini nazik biçimde anlattı. Okyar’a dedim ki o tarafa gitmek yok. İki günde üçüncü defa polis gelirse yanlış anlaşılacak, bu sefer hepimizin tatili bitecek.
Hareket etmeyen su
Glaros ve Aegea ekiplerinin hatıra fotoğrafı. Gülüşan, Serkan, Ayşe, Elif ve Okyar
İngiliz Limanı’nda iki gece kaldık. Sabahları bota atlayıp, sessizliği bozmamak için kürekle koyda gezindik, fotoğraf çektik. Bir ara baktım bizim Gemibaşı guleti misafirlerini almış, karşımıza demirlemiş. Hüseyin’i aradım, acaba gulette beğendili karides var mıdır diye sordum. E ne yapalım, Bodrum’da evden çıkmıyoruz, pandemi öncesi her hafta gittiğimiz Gemibaşı’nı da çok özledik. Bakarsınız o özlediğim mezelerden biri vardır. Ama heyhat...
Koyda ikinci gün limanın açıldığı bilgisi yayılmış olmalı ki ardı ardına guletler gelmeye başladı. Bu yaz tekne trafiği arttı. Pandemide en güvenilir, izole tatil seçeneklerinin başında denizde tatil yapmak geliyor. Deniz kültürünün yayılması adına iyi bir şey. Yeter ki teknelerde denize ve denizdekilere saygı gösterenler tatil yapıyor olsun. Bu seyirlerde tekneleri gözlemleme fırsatım oldu. Doğrusu ya koyların kalabalıklığında yüksek sesten rahatsız olacağımızdan korkuyordum. Özellikle Göcek taraflarında teknelerinde olanların yazdıklarını okuyunca korkum arttı. Göcek’te yapılan tekne partileri, şımarık motor yatlardan gece yükselen müzikler gözümü korkutmuştu. Neyse ki Gökova seyirlerimizde böyle bir sorun ile karşılaşmadık. Geçen yıllarda daha az tekne vardı ama daha çok ses çıkıyordu. Şimdi durum tersine dönmüş, bu da çok iyi bir gelişme. Insanlar başkalarının tatillerinde sessizlik arama tercihlerine, bu haklarına saygı gösterince koylar mükemmel oluyor. Sadece bir kere, İngiliz Limanı’ndaki bir mavi yolculuk teknesinden alkolün kaçmasıyla aşırı ses ve gece denize girme etkinliğinde “hobaa, hobari” sesleri geldi o kadar. O da kısa sürdü.
Sabah erkenden kürek çekerken
Glaros ve Aegea yan yana
İngiliz Limanından çıkarken
4.Gün: Karacasöğüt
Karacasöğüt’e yıllar yıllar önce, yaz mevsimi dışı bir zamanda arabayla gitmiştim. Sessizliğini sevmiştim. Elbette yazın o kadar sessiz olamayabilirdi ama hem eksilen suyumuzu takviye etmek, hem biraz gıda alışverişi yapmak, hem de bir akşam dışarıda bir restoranda yemek için tercih edilir demiştim. Küçük marinasında yer bulduk, bağlandık. Hemen tekneyi yıkadık, tuzdan arındırdık. Depoyu doldurduk. Market alışverişini hallettik. Akşam da oranın tek restoranı diyebileceğimiz mekanda, bu sefer et/şarap akşamı yaptık. Yediklerimiz gayet iyiydi, lezzetliydi. Bilenler bilir, mekanın adı Raca.
Karacasöğüt marinasından
Glaros Karacasöğüt'ten ayrılırken
Karacasöğüt iyi güzel ama bize biraz basık ve sıcak gelince daha fazla oyalanmadan denize açılmayı tercih ettik. Bir diğer konu da şu ki sahilden denize girmek mümkün değil galiba. Illa açılmak gerekiyor. Ya da biz bulamadık bilemiyorum, ama gözümüzün gördüğü yerlerde sahilinden denize giren de yoktu. Bu arada Türkiye'nin en nitelikli yelken okullarından Gökova Yelken Kulübü de Karacasöğüt'te.
5.Gün: Çatı Koyu
Sabah kahvaltı yapıp, marinaya paramızı ödeyip çıktık (Glaros için bir gece bağlanmak, su ve elektrik dahil 160 TL ödedim). Tuzla Burnu’nu dönene kadar sakin havada, motor seyri yaptık. Burnu dönünce rüzgarı yakalarız diye düşündüm ama tam tersine rüzgar 2 knot’a kadar düştü. Fakat ileride denizin üstü köpük köpüktü. Gerçekten de bir süre sonra rüzgar 10, 14, 16 knot derken 25 knot’a kadar çıktı. Yine sancak kontra apaz seyriyle Armonika önlerine kadar geldik. Yelkenleri kapatırken 28 esiyordu. Armonika’ya girip tur attık fakat iki tekne için uygun yer bulamadık. Çatı’ya devam edelim dedim ve Çatı’da tam bize göre yer bulunca hemen bağlandık. Çatı çok sessizdi, dördü yelkenli biri motoryat olmak üzere beş tekneydik. Kıpırtısız denizde gece baş üstünde yıldızları seyre daldık. Her akşam olduğu gibi saat 23 olmadan yatmıştık bile. Koylarda geceleri hiç esmediğinden çok rahat uyuduk. Ta ki ertesi gün Çökertme’ye dönene kadar...
Glaros apaz seyriyle Çatı Koyuna doğru giderken
Çatı Koyu ve Glaros
Gülüşan Glaros'ta
6, 7 ve 8. Günler: Çökertme
Havanın sert olacağını meteoroloji sitelerinden görmüştük. Okyar motoryat ile dalgaya girmek istemediğinden hava sakinken biz çıkalım dediler ve sabah Çökertme’ye doğru yol verdiler. Biz birkaç saat daha kaldık, rüzgarı bekledik. Ardından yemek yiyip biz de halatlarımızı çözdük. Koydan çıkar çıkmaz yelkenleri açıp rüzgar ile seyire başladık. Gökova’nın en geniş bölgesinden geçen rotalarından biri olan Çatı-Çökertme arasında, koyun ortalarında 26-28 eseceğini öngörerek yelkenleri tam açmadım. Yelkenleri tam açıp hava sertleşince zorlu koşullarda küçültmekle uğraşmaktansa baştan daha küçük açıp eğer hava izin verirse tam açmayı tercih ediyorum. 20 milde bana kaybettirdiği en fazla on, obeş dakika oluyor. Bu sefer Gülüşan dümene geçti ve Çökertme’ye kadar, yaklaşık üç saat dümendeydi. Ben de ara sıra yelken ayarları yapmanın dışında en sevdiğim yer olan kıç omuzlukta yayılıp Gökova’yı seyre daldım. Gerçekten de yer yer sağanaklarda 30 knot’a varan rüzgarla Çökertme’yi bulduk. Çökertme’de koy içi de 16-18 esiyordu. Baştan ve kıçtan tonoz alarak sağlam durduk. Özellikle Pazar akşamı koya giren soluganlardan uyku tutturmakta epey zorlandık. Kamara çamaşır makinasının içi gibiydi, sallayıp durdu. Bu da biraz yoruyor. Cuma ve Cumartesi akşamları yine iskelenin başındaki masalarımızda rakı/balık akşamı yaptık. Çok iyiydi.
Oldukça sert havada, yelkenleri tam açmadan 6-7 knot ile seyirdeyken
Gülüşan üç buçuk saate yakın dümen tuttu
Glaros ve Aegea Çökertme'de
Rakıya kürek çekerken...
Pazar akşamı Okyar, Ayşe, Sena ve Atilla ile Glaros’ta şaraplı, hafif bir yemek ile Çökertme seyrimizi bitirdik.
Cumartesi akşamı Ayşe'nin doğum gününü kutladık.
Atilla, ben, Okyar, Ayşe, Sena ve Gülüşan
Sabahın erken saatlerinde
Çökertme'den ayrılırken
9.Gün: Adalıyalı
Tam on gün boyunca Gökova’da hava sertti. Bodrum’a dönüş rotamıza geçmiştik ve mümkün olduğunca kafadan gelecek sert rüzgara kalmadan, sabah erken seyire çıkarak daha sakin seyir yapmayı tercih ettik. Pazartesi sabahı sekize doğru Çökertme’den ayrılıp Adalıyalı’ya dümen tuttuk. Diğer tekne (yani Okyar ve Ayşe) Bodrum’a dönmeyi planlamışlardı, onlara veda ettik. Şahane bir havada Adalıyalı’ya kıçtan kara bağlandık. Çökertme’de üç akşamki hengameden sonra sessizlik ve durgun su nasıl iyi geldi anlatamam. Gökova koylarında “karıncaların su içeceği kadar” kıpırtısız sularda geceleyip, gündüz hırçın sularda yelken yapmak iyiydi. Ama hem hırçın suda yelken yapıp hem akşam kaba dalgalı, soluganlı yerde demirlemek yordu. Adalıyalı’da çok iyi dinlendik. Orada bildiğim iki kayaya yüzüp kayakoruğu var mı diye baktım. Varlıkları beni nasıl mutlu etti bilseniz. Salamurası ile tazesi çok farklı lezzette. Hele rayihası olağanüstü. Yanıma kavanoz alıp, botla gidip topladım. Deniz suyuyla yaptığımız makarnaya da salataya da çok yakıştılar.
Mazı sahiline uğradık
Mazı
Halat üzerinden ziyarete gelebilecek farelere önlem
Glaros Adalıyalı'da
Denizin rengi şaheser değil mi?
Kayalardan topladığım kayakoruğu
Çökertme Orhan Restoran'dan Üstün'ün verdiği mükemmel domatesler
Seyir boyunca birkaç sayfa dışında kitap okuyamamıştım. Adalıyalı sakinliğinde okuyabildim. Uzandım, siesta yaptım, kristal gibi suya girip yüzdüm ve bu coğrafyaya bir defa daha bağlandım.
Sakin bir gece geçirdikten sonra yavaş yavaş toparlandık, halatlarımızı çözdük ve Gümbet’e, limanımıza döndük.
Doğuştan buralı değilim. Buraya gelmek için, burada yaşayabilmek için çalıştım, mücadele ettim, bazı fedakarlıklarda bulundum. Belki bu yüzdendir ki buranın nimetlerinin çok farkındayım. Bunun farkında olmadan yaşamak, bu hayata ihanet olurdu. Emek vererek bu nimete sahip olunca, yaşanılan hayat daha da anlamlı oluyor. Değerini bilmek, korumak için elinden geleni yapmak da bir tür borç ödemek gibi.Bu nimetlerin bana verdiği haz çok başka ve bu hazzı daha derinden hissetmem için bazen durup yavaşlamayı seçiyorum.
Şimdi Bodrum’dayım. Ağustos ayının sonuna kadar, arada yakın koylara gideriz. Sonra işlerimi halledip kısmetse tekrar denize açılmayı istiyorum. Bu sefer rota yine Hisarönü. Hava şartları ve hayat şartları nereye kadar gitmemize izin verirse oraya kadar gideceğiz.
Çok güzel bir yazı,adeta sizinle gezdim hissettim.Bol seyirler, yolunuz açık olsun sevgiler...
YanıtlaSilGaliba bu yazidan sonra bende bir tekne alacağım. Ha bu arada kaptanliginiz mi yoksa yazarliginiz mi daha iyi? Bilemedim...
YanıtlaSilben de onu düşündüm .adam ikisini de iyi yapıyor belli
Sil