Bayram tatilinin dokuz güne
çıkacağı belli olunca, Bodrum’da durulamayacağı da belli oldu. Bir keresinde
böyle uzun bayramda burada kalmıştım ve ikinci günden sonra evden çıkmamıştım. Sabah herkes uyurken denize gidiyor, yüzüyor, insanlar otellerinden,
evlerinden çıkmadan ben eve dönüyordum. Gece de dışarı çıkmıyordum çünkü hiç
bir yerde –bırakın masayı- oturacak iskemle bulunmuyordu.
Bu bayramı fırsat bilerek,
ne zamandır aklımda ve gönlümde olan rotayı gerçekleştirelim dedim. Yedi gece
sekiz günlük bir seyir programı yaptım. İlk gün Bodrum-Kos-Nisyros etabını
yapacaktık. Nisyros’ta iki gece kalıp Tilos’a devam edelim dedim. Iki gece de
orada kaldıktan sonra Halki’ye geçip iki gece de orada kalalım. Halki’den
direkt Kos ve işlemleri yaptıktan sonra Bodrum’a geciş çok uzun olacağından ya
Kos’ta kalacak ya bir gece için Palamutbükü’ne girecek, orada kaldıktan sonra
ertesi sabah Palamut-Kos-Bodrum bacağını yapacaktık. İkinciyi tercih ettim
çünkü Palamut’un denizinin muhteşemliği dururken Kos’a gitmek cazip gelmedi.
Keşke öyle yapmasaymışız. Bayramda Palamutbükü’ne gitmek hiç akıl işi değilmiş
ama yaptık bir kere. Dersimizi de aldık.
|
Rotamız |
Ağustos ayının 26’sında
kumanyamızı hazırladık ve 27 Pazar sabahı Gümbet’ten ayrıldık. Ekibimiz ben,
kardeşim Sena ve arkadaşı Atilla’dan oluşuyordu. 37 ft tekne için ideal sayı üç
veya dört kişi. Fazlası olmuyor, teknede birbirimize çarpıyoruz. Günlük seyirler
için sorun değil ama bir kaç günlük, gecelemeli seyirlerde mümkün değil. Tekne boyu
arttıkça yolcu sayısı da artabilir, altı kişiye kadar çıkabilir. Tabii bu
sayıları max. 50 ft tekne için yazıyorum. Halki’de tamamen genç sekiz kişinin
olduğu 42-43 ft tekne gördüm ama o başka.
|
Yolluk likit ihtiyacının bir bölümü. Devamı adalarda tedarik edildi. |
Bodrum limanında işimiz uzun
sürmedi, çıkışımızı yaptık. Kos’ta da Seda ile Dimitri’nin acentesi Fanos ile
konuşmuştuk. Limana girerken Süleyman’ı anons ettim, hemen yerimizi söyledi,
liman girişinde sancak tarafına kıçtan kara olduk. Süleyman -tabiri caizse-
Akyarlar’da elimizde büyüdü. O zaman babası Serdar yine şimdi olduğu gibi
kaptanlık yapıyordu ama çok güzel, küçük bir meyhane de işletiyorlardı.
Süleyman da masaların arasında dolaşan, üç dört yaşında sevimli bir çocuktu.
Şimdi 1.80 civarı boyu, yapılı cüssesiyle bambaşka biri oldu ama sevimliliği
aynen devam ediyor. Neyse, işlemler yapılırken biz çarşıya gidip biraz
turladık. Elia’dan yolluk dakoslarımızı yaptırdık. O arada işlemler bitti ve
Nisyros’a doğru limandan ayrıldık. Kos’un güney ucunu dönünce rüzgar keyifli
keyifli esmeye başladı. Önceleri 10 knot civarındaydı, güneye indikçe ve
Kos’tan uzaklaştıkça 15 knot’a çıktı. Bir ara 20 esmeye başladı ve sancak kıç
omuzluktan aldığımız rüzgarın etkisiyle çok zevkli geniş apaz seyri yaptık.
Nisyros’un küçük limanı Pali’ye girdiğimizde akşam üzeri olmuştu. Bu yaz daha
önce gittiğimde bağlandığım yer tesadüfen yine boştu, oraya bağlandık.
Elektrik, su aldık. Tekneyi şöyle bir yıkayıp tuzunu atıp yemeğe Mandraki’ye
gidelim diye konuştuk. Ben hortumla yıkarken heçlerin üzerindeki tuzu atayım
diye üzerlerinde biraz fazla tuttum. Elektrik kumanda tablosunun hemen
üstündeki iyi kapalı değilmiş, fark etmedim, bastım suyu. Bir zaman sonra
tekneye gelen elektriğin kesildiğini gördüm. Kabloları kontrol ettik. Baktık
rıhtımda bağladığımız yerden elektrik gelmiyor. Bir yandaki üniteye geçtim.
Oradan da elektrik alamadık. Oradan birisi sizin kabloda sorun var galiba
şununla deneyin diye bir kablo verdi ama nafile. Sonra fark ettik ki
sigortaların olduğu kumanda tablosunun arkasından içeriye su girmiş. Kapağını
söktük ve içini biraz kuruladık ama ı-ıh elektrik gelmedi. Gece buzdolabını
kapatıp yattık. Güneş panellerinin yettiği kadarıyla idare ederiz dedik. Elbet
kuruyacak bu kutunun içi değil mi? Nitekim ertesi gün öğlene doğru iyice kurudu ve
tekrar elektrik almaya başladık. Bu da bir ders daha oldu. Demek ki neymiş?
Heçleri iyice kontrol etmeden tekne yıkamayacakmışız.
|
Nisyros-Pali'den ayrılırken |
|
Bodrumlu Pablo Yunan adalarında |
|
Kos'ta en sevdiğim mekanlardan olan Elia |
Nisyros’a bu dördüncü
gidişim oldu. Çok sevdiğim bir ada. Denize girmek için gidilecek bir ada değil.
Volkanik olduğundan kumu, taşı koyu renkte ve deniz hiç bir zaman türkuvaz
olmuyor. Bir kaç gündür esen kuvvetli rüzgar kumları da biraz kaldırmıştı,
hafif bir bulanma söz konusuydu. Ama dedim ya, orası fotoğraf çekmek,
sokaklarında kaybolmak ve güzel deniz mahsulleri yemek için uygun bir ada.
Kardeşim Sena adeta bir Instagram fanatiği olduğundan ona bol malzeme çıktı.
Bir günümüzü araba kiralayıp, Mandraki, Nikia ve Emporios mahallelerine
ayırdık. İlk akşam Pali’de Aphrodite’te, ikinci akşam da Mandraki’deki benim
ahtapotçuda yedik. Sabah ahtapotçunun önünden geçerken “Aa yine mi geldin?”
diye hayretle sordu. Öyle ya küçük bir ada, gelen turist bir daha kim bilir ne
zaman geliyor, belki de hiç gelmiyor. Adam bir yıl içinde beni dördüncü kez karşısında görünce şaşırdı. Yine ahtapot mu dedi, eh dedim tabii ki. Mükemmel ızgara edilmiş,
güneşte rüzgar ile kurutulmuş ahtapotu, hiç bir sos –yağ bile koymadım- desteği
olmadan afiyetle yedik.
|
Kardeşim Sena ile |
|
Geçen gelişimde bağlandığım yer boştu, aynı yerde bağlandık. Karşımda yine Captain's House |
|
Ahtapot yediğim mekan |
|
Hiç bir sos eklemeden yediğimiz, mükemmel ızgara ahtapot |
Salı sabahı olduğunda
erkenden limandan ayrıldık, kahvaltımızı seyir sırasında, birer sandviç ile
yaptık. Rüzgar 3-4 knot esiyordu ve yelken açamadan, motor seyri ile
Tilos’a vardık. İki ada arası 18 mil. Tilos limanının da küçük olduğunu
biliyordum, geçen yaz feribotla geldiğimde gezinirken görmüştüm. Limanda yer
bulur muyuz endişem vardı, burunu dönüp Livadia sahili görününce alargadaki onlarca tekne
limanda yer bulamayacağımızı düşündürdü. Oysa yer varmış, rahatça gösterilen
yere girdik.Motoru stop edince insanların neden alargada kaldıklarını anladık.
Çok sıcaktı, liman içi esmiyordu. Öğlene doğru nasıl olsa rüzgar çıkar dedik ve
çıktı da. Limanda bizimle birlikte 10-12 tekne vardı, üçü hariç tümü Türk
bayraklıydı. Bayram olmasaydı adalarda ne bu kadar Türk ne bu kadar tekne
olurdu. İki yanımızdaki komşularımız da Türk ailelerdi. Programı her adaya iki
gün ayırarak yapmıştık. Her adada yanımızdakiler değişti, hep yeni tekneler
geldi.
|
Livadia |
|
Tilos limanı. Suyun berraklığı şaşırtıcı. Aynı şey Halki için de geçerli |
Tilos ilk bakışta hiç bir
özelliği olmayan bir ada gibi geliyor. Bu sefer benim ikinci gidişimdi. Ilk
gidişimde edindiğim yoğun izlenimi “huzur” diye tanımlayabilirim. Bu sefer de
aynı duygu hakim oldu. Tilos Palamutbükü’nün tam karşısında. Denizi, çakıl
sahili çok benziyor. Daha küçüğü ve asıl önemlisi daha düzenli, daha sakin,
esnafı çok daha iyi, kazıklamayan, yemekleri kıyaslanmayacak kadar iyi, hizmeti
ve güleryüzü de fersah fersah ileride. Burada yer verdiğim ve Instagram’da
paylaştığım bir fotoğrafa benzer şeyleri yazınca birisi “Ama tepeler kel”
gibisinden bir yorum yazdı. Ben diyorum ki burada insan kendini huzurlu,
kazıklanmamış, gürültüden uzakta, iyi hissediyor, ama diyor tepeleri kel. Eh
bakış bu olunca bayramda Palamut’ta (veya diğer beldelerde) yeşil tepelere
bakarak o servise ve yemeklere maruz kalırsın, şikayet etmeyeceksin. Birisi de, galiba
Mesudiye’liymiş, “Palamut’u yedirmeyiz” yazmış. Peki yedirmemek için ne
yapacaksın? Esnafı mı denetleyeceksin? Mutfaklardaki hijyeni mi kontrol
edeceksin? Adisyonlara mı bakacaksın? Servis elamanlarının temiz ve güleryüzlü olmasını
mı sağlayacaksın? Kaçak binaları mı yıkacaksın? İnsanlar yürüsün diye kaldırım
mı yapacaksın? Ne yapacaksın? Lafa gelince yedirmeyiz. Yedirmiş de başka
yerleri görmediği için bundan haberi yok. Kafa boş olunca, boş lafla, hamaset yaparak beldesini sahiplendiğini sanıyor. Belediyecilik konusunda da alınacak
dersler var. Daha önce de bir yerlerde dile getirmiştim, bizim sahil
beldelerinin belediye başkanlarının ve meclis üyelerinin adalara gezi yapması
çok iyi olurdu. Ama öyle resmi gezi değil. Bizim gibi gidip, para ödeyerek
yesinler, içsinler, gözlesinler. Beldeleri dışında pek bir yeri bilmeyen
yöneticilerle bu işler olmuyor. Palamutbükü sahilinde yaya kaldırımı yok
mesela. Gibi gibi…
|
Hristo'nun mekanı |
|
Bir yıl arayla eski İstanbullu, Atina'da yaşayan İlias Bey ile aynı yerde karşılaştık. Üstümüzdeki tişörtler bile aynı |
|
Hangisinin daha iyi olduğu hep konuşulur. Damak tadına göre değişir tabii. Ben Barbayanni'ciyim |
|
Sabah gün doğumunda Halki'ye doğru seyire çıktık |
Tilos’ta sakin iki gün
geçirdik. İlk akşam, oranın Mahmut Kaptan’ı dediğim mekana gidip yemek öncesi
birer uzo içtik. Tam bir yıl önce, aynı mekanda, aynı masada rastlayıp sohbet
ettiğim, İstanbul göçmeni İlias (İlyas) Bey’e yine rastladım. Daha da ilginci
ikimizin de üzerinde bir yıl önceki tişört/gömlek vardı.
Tilos’tan ayrılacağımız gün
kuvvetli rüzgar olacağını biliyorduk. Komşumuz böyle bir havada çıkmak
istemedi, Tilos’ta kaldı. 46 ft yelkenlisiyle böyle havada çıkmayacaksa neden yelkenli alınır ben pek anlamıyorum. Windy 15 knot civarı gösteriyordu ama
deneyimlerimden öğrendim ki Windy’nin değerleri üzerine %25 eklemek gerekiyor.
Gerçekten de Tilos merkezi Livadia’dan ayrılıp burnu dönüp rotayı Halki’ye
çevirince rüzgarı hissetmeye başladık. İki ada arasındaki açık denizde rüzgarın
hızı 18-20 knot oldu. Sancak kıç omuzluktan aldığımız bu rüzgarla iki metre
civarı dalgalardan kayarak üç saate yakın bir seyir yaptık. Halki limanına giriş için dönünce rüzgar azaldı, koya girerken yelkenleri sardık ve haftada bir
perşembe sabahı gelen Anek şirketinin büyük feribotu ve Dodekanisos Seaways
katamaranı ile aynı zamanda Halki’ye girdik. Anek gemisinin manevra yapmasını
bekledik sonra da pontonda kendimize yer bulduk. Tilos ve Halki limanı görevlileri
100 kilo üstü insanlar. Giderseniz limanda bulmanız çok kolay.
|
Halki'ye vardığımızda önce Dodekanisos katamaranının... |
|
Sonra Anek feribotunun manevralarını bekledik |
|
Halki koşullarına en uygun araç |
|
Çay sunumundaki özen |
Halki’deki ponton T
formunda. Halki’ye geçen yaz
gitmiştim. Bu yaz da bu seyahatimden bir buçuk ay kadar önce feribotla yine
gitmiştik. Halki biblo gibi bir ada. Zarafet ve zevk örneği. Symi’nin küçüğü
diyebilirim. Rodos’a yakın olduğu için Tilos’tan da Nisyros’tan da zengin.
İngilizler evleri restore edip kiralıyorlar. Her bir ev diğerinden güzel sanki.
Temiz, sakin, hayatın ağır aktığı, insanların ve mekan sahiplerinin çok
güleryüzlü olduğu bir ada. Diğer adalar gibi aslında. Adalara gidince, bir
zamanlar bizim için söylenen “misafirperver ve güleryüzlü” tanımlarının artık
bizde hiç geçerli olmadığına şahit olmak üzücü. Şu fiyat konusunda bir
iki laf etmek istiyorum. Diyoruz ya Yunan adaları ucuz diye. Bunu biraz açmak
istiyorum. Adalarda yemek fiyatları son dört yıldır değişmedi. Gittiğim
restoranlarda 25 EU verdiğim yemeğe yine 25 EU ödüyorum. Ancak ilk gidişimde 25
EU, 50 TL idi. Sonra 75 TL oldu. Şimdi 100 TL. Çünkü bizim ekonomimizi dünya
kıskanıyor, Yunanlılar borç içinde yüzen bir millet. Onlar hep 25 EU veriyor.
Yani adalar artık eskisi kadar ucuz değil. Şu sıralar aynı yemeğe neredeyse aynı fiyatı veriyoruz. Ama onlardaki porsiyonları bilen bilir. Bizim tabakların
en az iki mislidir. Burada bir iki bacak ahtapota verdiğiniz paraya orada ahtapotun tamamını yersiniz. Hele benim gibi uzo ve diğer alkollü içecekleri seviyorsanız, o zaman adalar ucuza geliyor. Çünkü orada 20’lik bir uzo markette
ortalama 5-6 EU civarı. Restoranda 8 EU civarı servis ediliyor. Bunlar ortalama
rakamlar. Uzonun markasına ve restoranın konumuna göre %15 oynayabilir.
Fiyatlar böyle olunca, ahtapotlu, bol deniz mahsullü ve adam başına birer
20’lik uzolu hesaba -tabii ki nerede ne miktar yediğinize bağlı olarak- 30-35
EU civarı ödüyorsunuz. Ben kendi menümü şöyle yazayım bir fikir versin. Bir
ahtapotun yarısı,
Greek salata, önden de kabak ve patlıcan kızartması, feta saganaki, kızarmış, içi peynirli yeşil biber ve yanında da
20’lik uzoya 30 EU ödedim. Yiyecekler aynı fiyat olsa bile uzo ucuz olduğundan
bizim adam başına ödediğimiz rakam Türkiye’den ucuza geliyor. Bu menüyü 20’lik
rakıyla o rakama burada yemeniz mümkün değil. Konu bu. Yani uzo içmiyorsanız fiyatlar
başa baş, içiyorsanız avantaja geçiyorsunuz. Buradan çıkan sonuç; Uzo iyi bir
şeydir.
|
Bu da kahve sunumu |
Halki’nin limanındaki deniz
mükemmeldir. Tekneden atlayıp yüzebilirsiniz. Bu Tilos ve Halki için geçerli.
Bu kadar temiz deniz şaşırtıcı. Sabahları yüzümü yıkamadan pontonun sonundaki
rıhtımdan suya bırakıyordum kendimi. Mavi ile yeşil arası rengi tarif zor. Su
sizi kadife gibi sarıp sarmalıyor. Halki’de de iki gün kalıp, yine kuvvetli
rüzgar uyarısı olan bir havada Palamutbükü’ne doğru yola çıktık. Bu seyahatin tek
hatası bu kararımmış. Keşke yolu bölmek için bu rotayı yapmasaydık da Halki’den
direkt Kos’a gideydik. Palamut bayramda tam bir hayal kırıklığı oldu. Limana
girince yüzen dışkıları görünce, dört saat önce limanında yüzdüğümüz Halki
geldi gözümün önüne. Belediye bunları önlemeli. Ama Datça Belediyesi şu sıralar
ergen sosyal medya meraklısı gibi vasat paylaşımlar yapmakla meşgul, bu gibi
konulara zaman ayıramıyor.
|
Bu bir porsiyon ahtapot. |
Aşırı kalabalık bir sahil,
üstü köpüklü ve yer yer sintineye benzer kahverengi sıvı ile kaplamış deniz,
gittiğimize pişman etti. Maalesef Palamutbükü’nün o muhteşem denizini
bulamadık. Laf olsun diye, köpüklere bulaşmadan, sahilde dalıp çıktım. Bundan
sonra Eylül, Ekim ve öncesinde de Haziran haricinde Datça’ya da gitmemeli.
Ertesi sabah erkenden, biraz
da kaçar gibi uzaklaştık. Akşama doğru işlemlerimizi bitirip limanımıza girdik.
|
Datça yarımadasına doğru |
|
Palamutbükü açıklarında rüzgar tamamen durdu. Ben de üç saat 18 knot rüzgarda dümen tutmanın yorgunluğunu attım |
|
Palamutbükü limanında karşılayan. Fazla lafa gerek yok, "mal" meydanda |
|
Palamutbükü'nden adeta kaçar gibi ayrılırken |
|
Knidos. Burası Ege coğrafyasının en ayrıcalıklı yeri diyebilirim |
|
Eve dönüş... |
İlk kez bu kadar uzun süren,
beş bacaklı bir seyir yaptım. Çok sakin havaya da denk geldik, oldukça kuvvetli
havaya da. Dolayısıyla adeta kıpırdamaya üşenen Ege’yi de yaşadık, hırslı Ege’yi
de. Güzel, zevkli bir seyir oldu. Güzel yerlerde güzel insanlara denk geldik,
güzel yemekler yedik. İçinde yaşadığım coğrafyanın güzelliklerini, değerlerini
bir de bu yönüyle, mavisini bol yaşaşabildiğim için mutluyum.
Yeni rotalarda buluşmak
üzere… Hayatınızda olabildiğince mavi olsun.
Abi ne yapacaksın? Efes'de Celsus kütüphanesi M.S 2. yüzyıl 130 lu yıllar falan, biz ne yapıyorduk, yarı göçebeydik, adam heykeller, onlar bunlar yapmış, biz de çadır, kilim vb. arada nereden baksan binlerce yıl var.
YanıtlaSilMedeniyet, çağdaşlık ........
Medeni olacağız, uygar olacağız başkalarına zarar, rahatsızlık vermeyeceğiz iyiyi güzeli estetiği arayıp bulacağız, doğal olanı koruyacağız aslında bunları yapsak bitti gitti
ya fakir olabilirsin, ülken de fakir olabilir eni boyu bu işte , o
ha ha devam etmeyeceğim abi boşver keyfini kaçırmayalım bu kadar güzelliğin içine de yazıyla ben etmeyeyim
Ben de bi örnek vermeye çalışayım.. Ayasofya M.S. 536, Orhun yazıtları M.S. 750'ler.
Sil