3 kafadar, 2 gece-3 gün, 65 mil. Kısa Gökova seyri.

Yazın kalabalık olan yazlık beldelerin, sadece oranın yerlilerinin kaldığı sakin kış halini hep daha çok sevdim. Bodrum’a yazları düzenli olarak gelmeye başlayalı yaklaşık 25 yıl oldu. O zamanlar da sonbahara, kışa denk gelen bayramlarda fırsat bulup Bodrum’a gelmeyi severdim. Derken on yıla yakın zamandır tümüyle Bodrum’da yaşamaya başladım ve hala kışını, yazdan daha çok seviyorum.

Bu yıl Glaros ile mavi bir hayata adım atınca öncelikle mümkün olduğunca sık, yakın civarı gezip deneyim kazanmaya çalıştım. İşin başında sevgili Erol Kepenek’in eğitimiyle Orhaniye’ye kadar gitmemiz o coğrafyayı adım adım öğrenmemi sağlamıştı. Daha sonra tekrar bir Datça seyri yaptım. Derken Datça yarımadasının karşısındaki Yunan adalarına yaptığımız seyirlerde o denizi biraz daha tanıdım. Ancak Gökova’ya gidecek fırsatım olmamıştı. Bir kaç kez Çökertme’ye kadar gidebildim o kadar. Çökertme’den daha ötesine ve de karşı kıyısına gitmek hep aklımdaydı. Araya giren işler falan derken geçen haftaya kadar geldik. Artık yaz bitti, tekneler yavaş yavaş ya karaya çekildi ya da marinalarda kış şartlarına hazırlanıp, yaza tekrar seyir yapacak duruma getirilmek üzere bekliyor. Lodoslar başladı. Kış kendini belli eder hale geldi.

Meteoroloji siteleri geçtiğimiz cuma günü için –yani 24 Kasım- bulutsuz bir gökyüzü ve 20 derece civarında sıcaklık tahmini verdiler. Gerçi rüzgar olmayacaktı ama ertesi gün için biraz hareketlenebileceği öngörülmüştü. Bu mevsimde bu havayı kaçırmak istemedim ve sıkı dostlarım, Bodrum’daki Zazu’yu işleten iki kardeşten biri olan Ahmet Kurşuncu ve Hanende Mey’I işleten aileden Osman Yürüklü ile iki gece üç günlük bir Gökova seyri planladık.

Üç günlük seyir rotası
Bira sponsorumuz Musto (Mustafa Yavaş) idi.

Perşembe akşamı hafif bir kumanya alışverişi yapıp tekneye yerleştirdik. Seyrimizin bira sponsoru sevgili dostum Musto oldu. Onun ürettiği bira olan ve etiketini tasarladığım, Pablo birasından iki koli gönderdi Glaros’a. Kırk sekiz şişe birayı kim içecek diye düşünürken otuz beş şişesini bitirip döndük. Osman’ın bu konudaki başarısını göz ardı etmişim meğer.

Rota şöyleydi;
1.    gün Gümbet-Ören.
2.    gün Ören-Tuzburnu (Tuzlaburnu)-Yedi Adalar-Küfre-Çökertme.
3.    gün Çökertme-Gümbet.

Cuma sabahı halatları çözdük, yola çıktık. Hava yelken için uygun değildi ancak bu mevsim için inanılmaz sakin ve sıcaktı. Yer yer 0,5 knot’a kadar düştü desem anlarsınız. Orak Adası civarında esecek gibi yaptı ama tahmin ettiğimiz gibi biraz sonra kaldı. Sonuçta motor seyriyle Ören’e vardık. Ören’deki marina, SeturMarinas’ın işlettiği yeni bir marina. Hiç görmemiştim, merak ediyordum. Seyir boyunca bir kez sahil güvenlik botu, bir kaç tane küçük balıkçı motoru ve bir adet yelkenli hariç hiç bir tekneyle karşılaşmadığımız için Ören’deki sakinlik şaşırtmadı. Setur, kurum kimliği danışmanlıklarını yaptığım bir kurum. Ören’deki marinalarında bizi misafir ettiler. Marinada bizi Ön Büro Müdürü Barbaros Bey karşıladı. Marina hakkında bilgi verdi, ilgilendi. Biz de biraz dinlendikten sonra Ören sahilinde yürüyüşe çıktık. Ören benim her gidişimde daha çok sevdiğim bir belde. Yazın hiç gitmedim. Sahildeki kalabalığı görmek istemem, o yüzden de yaz aylarında gitmem. Ama bu mevsim ve ilkbaharda mükemmeldir. Boş, sakin. Huzurlu bir coğrafya. Aktivite, eğlence arayanlar için asla uygun değil. Bu da benim gibiler için Ören’i aranılır kılıyor. 

Ören sessizlik, sakinlik, huzur demek


Taa uzakta Kocadağ. Müthiş bir gün batımı yaşadık
Şu masanın ruhunu, şu doğal sakinliği hangi "marka restoranlar"da yakalayabilirsiniz ki?
Osman (Parakalo veya nam-ı diğer Pedasa Kralı 1. Gambilya) ve Ahmet ile rakı sohbetinde

Sahilde yürürken bir yandan da akşam rakı soframızı kuracağımız mekan bakındık. Üç tane yeri gözümüze kestirdik. Üçü de balık bulabileceğimiz yerlerdi tabii. İçlerinden birinin sahilinde iki masa vardı, erken rakı sofrası kurmuşlardı. Biz de oraya oturalım dedik. Ayaz çıkana kadar bir iki saat denizin hemen dibinde sofrayı kurduk. Mekanın adı Güverte. Sahibi balıkçı. Eşi de mutfakta yardımcı. Böyle aile işletmelerine gitmeyi hep tercih ediyorum. Hem daha samimi geliyor hem çeşit olarak belki az ama mevcut olanı da lezzetli ve taze yiyecek buluyorum. O akşam da bir kaç meze ve levrek ızgara eşliğinde rakımızı içtik.






Sakinlik... Ören
Uzakta, Bodrum'dan Ören'e kadar gördüğümüz ilk ve tek yelkenli
Setur Marinas - Ören Gökova marinası
Marina küçük, güzel, iyi planlanmış ve sakin bir işletme
Gece Glaros’un havuzluğunda birer kadeh ile geceyi sonlandırdık. Daha doğrusu ben ve Ahmet sonlandırdık, Osman balık tutmaya başladı. Ertesi sabah sargoz ve çipuraları buzdolabında buldum.

Marinanın tertemiz tesislerinde duş sonrası, teknede -arıların istilasından kaçarak- içeride kahvaltımızı yapıp halatları çözdük.

SeturMarinas marinalarından Ören marinasının yere mükemmel. Eğer İstanbul’da yaşıyor olsam, teknem olsa hiç düşünmeden Ören’e bağlardım. Çünkü Milas-Bodrum havalimanına yaklaşık olarak Bodrum kadar yakın. Üstelik beş altı mil karşısı Yedi Adalar. Gökova’da yazı geçirmek isteyenler için ideal. Bu arada bizim Bodrum’dan da teknesini Ören’de bırakanlar var. Gökova'nın merkezinde olmasını tercih ediyorlar. Gökova aşıkları için ideal konumda. Ben Gümbet’ten memnunum çünkü Dodekanes adalarına (On iki adalar) gitmek benim için Gökova kadar zevkli rotalar. Bu yüzden Bodrum’un konumu bana çok uygun. Adalar, Hisarönü, Datça da sevdiğim rotalar.

 


Ören’den ayrılırken hava esmeye başlamıştı. İskele kontra apaz seyri ile, yer yer 14-16 knot rüzgarla, bir saatten az bir sürede karşıya, Tuzburnu’na geçtik. Osman genç yaşına rağmen çok deneyimli biri gemici. Yıllarca mavi tur teknelerinde çalıştığından koyları karış karış biliyor. Bana önümüzdeki dönemde hangi koyları gezeceğimi, hangisinde hangi ağaçtan koltuk alacağımı tek tek gösterdi. Bu anlamda çok bilgilendirici bir seyir oldu. Gelelim işin keyif tarafına. Yazın onlarca teknenin demirlediği koylardı çıt çıkmazken gezinmek muhteşemdi. Küfrede tonoza bağlanıp makinayı stop ettiğimizde sessizliğin bu kadar sessiz olması şaşırtı. Neredeyse mutlak sessizlikti. Tek çıkan ses, küçük balıkların sürüsüne daha iri bir kaç balık daldığı için suyun üstüne sıçrayan küçüklerin şıpırtısıydı.

Yaklaşık dört saat o bölgede gezindikten sonra rotamızı Çökertme’ye çevirdik. Bu arada sabahki rüzgar 4-5 knot’a kadar inmişti. Motor seyri ile Çökertme’ye doğru yola çıkarken Küfre’den yarım mil sonra oltamıza iri bir palamut takıldı. Kısa günün nimeti dedik ve Çökertme’ye yollandık. Koya girip Orhan Restoran’ın tonozuna bağlanırken hava kararmış, seyir fenerlerimizi yakmıştık. Orhan da bir aile işletmesi, bilenler bilir. Üstün, ailenin yeni evlenen ferdi. Sabah aramış, balık ne var diye sormuştum. Bizim için sobanın başında rakı sofrasını kurmuşlar, bekliyorlardı. O gün hazırlanmış taptaze bir kaç meze ile başladık ve bu kısa Gökova seyrini Iskaroz buğulama ile taçlandırdık.








Sırtıya gelen palamut
Osman'ın Ören'de yakaladığı sargos ve çipuralar


Dönüş rotasında yağmur bizi takip etti ancak yakalayamadı


Datça'ya yağmur yağarken
Bir başka gün batımı daha

Sabaha karşı yağmurun sesine uyandım. Kahvaltı ile zaman kaybetmeden Bodrum’a doğru seyre çıkalım dedik, Ahmet’in hazırladığı sandviçleri yolda yiyip, termostan çaylarımızı içerek devam ettik. Yol boyu yağmur bulutları ardımızdan takip etti ama hiç karşılaşmadık. Bodrum’a yaklaştıkça bulutlar dağıldı, Bodrum bizi güneşle karşıladı. Zaten Bodrum ile Gökova, yağış bakımından oldukça farklı. Mesela seyir sırasında Datça’ya yağan kuvvetli yağmuru izlerken başımızı diğer tarafa çevirdiğimizde güneşli Mazı sahilini görüyorduk.

Orhan restorana vardığımızda Üstün'ler sahilde ateşi yakmışlardı. Glaros da alargadaydı

Iskarozlar buğulama için hazırlanmış
Ve ıskaroz buğulama masaya gelince
Bu üçlü bir arada Bodrum'da çok rakı içti ama Bodrum dışında bir kez İzmir'de, bir de bu seyahatte bir arada oldu

Orhan Restoran'da Üstün ve kardeşi Ünsal ile beraber, bize hazırladıkları soba başı rakı masasındayken

Dönüş rotasında Aksona Mehmet'in tirhandili Aksona Mancorna yanımızdan geçerken

İki akşam, üç günlük kısa seyrimiz çok iyi geçti. Eğlendik, güldük, sohbet ettik, coğrafyanın bize burada sunduğu güzellikleri yaşamaktan mutlu olduk. Burada yaşamanın bir nimet olduğundan söz ettik. Bazen bir koyun sessizliğinde çıtımızı çıkarmadık, sükuneti iliklerimize kadar hissettik. Bazen Osman’ın Küfre’de “Papaaazzz” diye bağırmasıyla koyu inlettik. Güzel bir seyirle Glaros’u limana getirdik. Kuvvetli güney rüzgarında daha önce hiç yanaşmamıştım. İlkinde iskele tarafındaki komşu teknenin üstüne düştüm. İkincide toparladım, bu da iyi bir deneyim oldu bana.

Dikkatimi çeken bir noktayı yazmadan bitirmeyeyim. Son bir aydır buralarda yaptığım kısa günlük seyirlerde –hele hava biraz sertse- neredeyse hiç tekne görmüyorum. Bu işin yenisiyim ama sanki tekne sadece yazın kullanılan bir şey olmamalı. Bu havalarda seyir yapmak çok zevkli. Sakin koyları gezmenin tadı bambaşka. Bütün koyları sizin sanki. Tabii ki herkes bu coğrafyada yaşamıyor, her istediğinde seyre çıkamaz. Ancak yine de bir kaç tekne değil de daha fazla tekne olmalı sanki.


Mavi günler dilerim…

Yorumlar

Popüler Yayınlar