On İki Adaların kuzeydeki
adalarına yaptığımız seyrin ikinci etabını anlatmaya başlayayayım. Seyrimizin
birinci ve ikinci bacaklarını önceki yazıda aktarmıştım. O iki gün, Kalymnos
adasının ana limanında ve arkasındaki Telendos’taydık. Bugün anlatacağım iki
gün, seyrin ikinci etabını oluşturan üçüncü ve dördüncü bacaklar. Hatırlatmak
için tekrarlayayım, rotamız şöyleydi;
3.
Bacak:
Telendos-Lipsi Limanı
4.
Bacak:
Lipsi Limanı-Arki-Marathi Koyu
Haziran’ın 11’inde,
seyrimizin üçüncü gününün sabahı Telendos’ta demirli Glaros’ta kahvaltımızı
yaptık, Kapsoulis’ten Mihail el sallayıp iyi yolculuklar diledi, biz de demir
aldık Telendos’tan ayrıldık. Telendos’tan sonrasını defalarca karadan
gitmiştim. Arginonta Koyu, Emporreiou Koyu, benim meşhur deniz mahsullü makarna
yediğim restoranın olduğu sahili ezbere biliyorum. Ancak ilk kez denizden
görecektim. Hava kuzeye çıktıkça kapamaya başladı. Kalymnos’u bitirip Leros’un
başladığı noktada biraz rüzgar aldıysak da devamında bize yetecek kadar esmedi.
Biz ne zaman yelken açsak rüzgar kesildi, ne zaman yelkenleri kapasak rüzgar
çıkar gibi yaptı. Sonunda pes ettik. Leros’un batısını denizden ikinci kez
görüyordum. İlki, birkaç yıl önce bir sabah 6:00’da kalkan feribotla
Kalymnos’tan Lipsi’ye giderkendi. Ama itiraf edeyim, yolun yarısını, çantamı
kafamın altına yastık yapıp kimselerin olmadığı feribotta sıraya uzanıp
uyuklayarak geçirmiştim. Dümendeyken etrafı çok daha iyi tanıyorsunuz. İşte
şurası ana liman, birazdan rüzgar santrallerini görmemiz lazım falan derken
Leros’u da geçtik. Telendos-Lipsi etabımız 23 millik bir etaptı. Leros da
bittikten sonra dümeni Lipsi’nin önündeki adalara doğru çevirip biraz yelken
biraz motor seyriyle devam ettik.
Lipsi çok sevdiğim adalardan
biri. Sakinliği, insanların dinginliği beni huzurlu kılıyor. Daha önce iki kez
gitmiştim. Son gidişimde bisikletimi de almış adada turlamıştım. Lipsi’de
yapacak tek şey dinlenmek. Okuyabilirsiniz, müthiş denizine girebilirsiniz,
uyuyabilirsiniz. Bir kaç meyhane dışında – hadi bir de pastanesini sayarsak-
başka gidecek yer yok. Tam bir sakinlik hakim. Adada iki taksi var mesela. Hiç
bir zaman açık görmediğim küçük bir liman başkanlığı ile karakol karışımı tek
katlı resmi bir yapı var. Tepesinde bayrak dalgalanıyor ama dedim ya içinde kim
var bilmiyorum. Adaya dair bir iki ilginç bilgi vereyim. Yunanistan’ı kasıp
kavuran bir 17 Kasım Örgütü vardı. Adı Epanastatiki Organosi Dekaefta Novemvri,
ya da kısaltılmış adıyla N17. Adını 1973 yılında Albaylar Cuntasına karşı
ayaklanan Atinalı öğrencilerin ayaklandığı o günden alıyor. Zamanının
Marksist-Leninist çizgisindeki bir örgütüydü. Örgütün lideri yıllarca
yakalanamadı. Derken Albaylar Cuntası devrildi falan örgütün de yıllar içinde
eylemleri azaldı. Ama çok etkili eylemler yapmışlardı. İşte bu örgütün lideri
tüm Yunanistan’da aranırken, seksenli mi doksanlı yıllar mı tam hatırlamıyorum,
sevgilisi ile Lipsi’ye geliyor. Tabii tanıyan çıkmıyor. Hele o yıllardaki Lipsi
şimdikinden de az nüfuslu. Şimdi de yediyüz nüfus var. Adanın rehavetine
kapılıp, tanınmamışlığın da verdiği rahatlıkla epey zaman geçiriyor. Fakat bir
gün, hani filmlerde olur ya, TV’de arandığına dair haber yapılır ve biri
şüphelenir, işte benzeri bir durum oluyor. Biri tanıyor. Derken oraya buraya
haber uçuruluyor, polis denizden gelip yakalayıp Atina’ya götürüyor. Eh küçücük
adada nereye kaçacaksın?
|
Lipsi'de balıkçı |
|
Lipsi sokaklarından... |
Diğer hikaye de komik. İtalyanlar
On İki Adayı tek kurşun atmadan işgal ettiğinde karargahlarını Kalymnos’a
kuruyorlar. Nedense On İki Adaların merkezi olan Rodos’u kullanmıyorlar. Bugün
de Kalymnos’ta İtalyan mahallesi vardır. Her neyse, İtalyan komutan çevre
adalara deniz kuvvetlerinden asker gönderip artık adaların İtalyanlara ait
olduğunu bildirmelerini istiyor. İletişim sıfır tabii, özellikle küçük adalılar
olan biteni nereden bilecekler? Bu görevle Lipsi’ye gidenler, bir askeri botta
8-10 denizci askermiş. Adaya çıkıyorlar. Limanda millet uyukluyor. Durumu
anlatacak yetkili arıyorlar ama tabii öyle biri yok. Adadan ayrılırken sizi
işgal ettik diyorlar, çekip gidiyorlar. Balıkçılar da arkalarından el mi
salladılar bilmem ama akşamları uzo sohbetlerine heyecanlı bir konu bulmuş
olmalılar.
İşte bu Lipsi’ye, önünde
doğal set yapan üç adanın sancak tarafındaki iki adasının arasından giriyorsunuz.
Geniş bir koya geliyorsunuz, karşınızda bir iki ev var ve koyun yine sancak
tarafındaki girintisini görmüyorsunuz. Adayı bilmeseniz, hepsi bu mu diye
düşünebilirsiniz. Biz girerken Dodecanisos katamaranı çıkıyordu. Tesadüf ki
ertesi gün yine bizimle beraber limandan ayrıldı. Söylemeyi unuttum,
Leros-Lipsi arasında yer yer yağmur yedik. Hava hep kapalıydı ancak Lipsi ve
arkası açık görünüyordu. Limana girdik, boş yer bulduk, demir atıp kıçtan kara
olduk. Türk bayraklı, çok bakımlı bin Hanse’nin yanına denk gelmişiz. Hanse
nefis bir marka. Bu da 560 modeliydi. Kaptanı falan var. İçindeki onlu
yaşlarına gelmiş bir oğlan çocuğu bizi izliyordu. Bağlandıktan sonra sancak baş
omuzluktaki pasarellayı alıp yerine takarken çocuk bakıp o ne diye sordu. Karaya
çıkmak için mi kullanıyorsunuz? E ne bilsin tabii, onların Hanse 560’ın arkası
açılıp platform oluyor ve oradan karaya çıkıyorsun. Oğlan ikinci şoku, biz
karaya rahat girip çıkalım diye dümenimizi sökünce yaşadı. Niye söküyorsunuz
diye sordu. Yine ne bilsin garibim, onlarınki çift dümenli ve iki dümenin
arasından TIR geçer. Neyse, biz moralimizi bozmadık, çocuk da tekneler hakkında gereksiz ve yeni şeyler
öğrendi. Sonrasında sürekli acıyarak baktı ama alınmadık. Patmos’da da az daha
yine yanlarına girecektik de rahat yanaşamadık, başka yere gittik.
|
Lipsi limanından, katamaran ve feribotların yanaştığı iskeleye doğru |
|
Glaros Lipsi limanında |
Lipsi’nin merkezi çok küçük
bir Nsyros sayılır. Dar sokakları, beyaz badanalı evleri, minik butikleriyle
Mandraki’yi hatırlatıyor. Dediğim gibi çok daha küçüğü ama. Akşam yemeğini
meşhur ahtapotçuda yemek istedik, geçerken rezervasyon yapayım dedim, anlamsız
bir bakış attılar, boş zaten istediğiniz zaman gelin dediler. Daha önceki
gelişlerimden biri yine bayramdı ama o zaman aylardan Ağustos’tu ve liman Türk
bayraklı tekne kaynıyordu. Bu sefer bizimle beraber galiba dört Türk bayraklı
tekne vardı. Teknelerden biri ile Kalymnos’tan aynı anda ayrılmıştık. O meşhur
dediğim ahtapotçuya oturduk. Bilenler bilir, önünüzde ızgara yanar, ipte
kurutulmuş ahtapotlar cazır cazır ızgara yapılır, küçük lokmalar halinde
doğranıp servis edilir. Tadına doyulmaz, kıvamı, sertliği mükemmeldir, içi sulu
dışı kıtırdır. Sahibi de önlüğünü giymiş, ızgaranın başında bir yandan demlenir
bir yandan işini yapar. Fakat bu sefer gittiğimizde iki dirhem bir çekirdek
gördüm. Izgarayı artık bir eleman yapıyor. Kendisi patron olmuş. Derken güneş
batarken bir anda gök karardı. Leros’tan beri Samos tarafında gördüğümüz
bulutlar bir yerlere iyice yağdıktan sonra son kalanı boşaltmak için Lipsi’ye
geldiler. Ortalık karıştı, ani çıkan rüzgar tahminimce 8 civarıydı. Koca
şemsiyeler devrildi, tabaklar, bardaklar uçuştu. Atilla tekneye koştu, demiri
kontrol etti. Komşu teknelere baş omuzluklardan halat attık, bağlandık. Bir
on-on beş dakika içinde esti, gürledi ve gitti. Sonrası süt liman. Aynı akşam
Leros’a, Bodrum’a yıldırımlar düşmüş, aşırı yağmur yağmış. Biz anlattığım kısa
bir geçişle sıyırdık. Sonra nerede kalmıştık deyip uzoya devam ettik.
|
Ahtapotçu |
|
Fırtına yaklaşırken renkler değişmeye başlamıştı |
|
Fırtınanın iyice yaklaştığı anlar |
Sabah kahvaltımızı yaptık.
Ekip yüzmeye gitti, ben teknede kalmayı tercih ettim. Lipsi’de çöplerinizi
istediğiniz saatte limandan çıkıp bulduğunuz bir çöp tenekesine atamıyorsunuz.
Sabah dokuzda iskelenin ağzına götürüp bırakıyorsunuz, bir kamyonet gelip
alıyor. Gelen kişi çok matrak bir adam. Yaşlıca, akşamcı olduğu belli, mavra
biri. Hem elektrik, suyu o bağlıyor, hem yanaşmanıza yardım ediyor, hem çöpleri
topluyor. Biz Türkler kedilerle iç içe yaşadığımızdan çöpleri tam toplanacağı
anda çıkardık. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin bayraklarını taşıyan tekneler
çöpler dokuzda toplanacak diye bir iki saat önceden bırakmışlar. Kedilere gün
doğmuş oldu.
|
Fırtınanın geldiği an |
|
Fırtına anındaki renkler... |
|
...fırtına geçtikten sonraki renkler |
Etapların mesafesine göre
sabahları 10-11 arası bulunduğumuz limandan ayrılıyorduk. Varacağımız limana da
saat öğlen ikiden sonraya kalmadan varmaya çalışıyorduk çünkü o saatten sonra çok gelen
oluyor ve yer bulmakta sorun yaşanabiliyor. Lipsi’den sonra Arki’nin koylarını
gezmeyi planlamıştık. Özellikle gitmek istediğimiz bir bölge vardı ki yerin
tarifini geçen sene Halki’de iskelede konuştuğumuz bir kaptan söylemişti. Bu
civarın en iyi denizi orada demişti ve aklımıza kazınmıştı. Dediği yeri
haritada işaretlemiştim, bulmamız zor olmadı. Gerçekten mükemmel bir su vardı.
Ancak demirlediğimiz yer bulabildiğimiz en kuytu yerdi ve orada bile yer yer
yıldızdan, yer yer karayelden 16-17 knot esiyordu. Bu rüzgar denizden çıkınca
iyi üşüttü doğrusu. Orada deniz suyuna makarnamızı yaptıktan sonra biraz
kestirdik, ve Arki’ye bakalım dedik. Belki gece limanında kalırız. Çok küçük
olduğunu biliyordum. Okuduğum kitaplarda, gezi notlarında çok korunaklı
olduğunu öğrenmiştim. Ancak bir önceki gecenin fırtınasından dolayı küçük
limanı tıka basa dolduracak kadar tekne gelmiş, bize yer yoktu. Arki’nin biraz
dışında, rüzgar iyi eserken bir koya demirleyelim, kıçtan kara olalım dedik.
Üstsüz güneşlenmek isteyen iki kadın rahatsız oldular hadise çıkardılar. Biz de
keyiften orada kalalım dememiştik, limanda yer yoktu. Baktık huzurumuz kaçacak,
ertesi sabah gitmeyi planladığımız Marathi’ye geçtik. İyi ki de öyle yapmışız.
|
İşte o nefis denizin olduğu yer |
|
Glaros'un yanına gelen bir glaros |
|
Bizim Bodrumlu Pablo Arki'de de yanımızdaydı |
Sakin bir koydu, tonozlardan biri boştu, bağlandık. Diğer tonozlar doluydu,
katamaran meraklısı değilim ama tasarımıyla fark edilen çok güzel bir katamaran
hemen dikkatimi çekti. Fransız bayraklıydı ve sonra Patmos’ta da, Leros’ta da
karşılaştık. Marathi’de ya sezon tam başlamamıştı ya da zaten bu kadar
kalabalık oluyor emin değilim. Sahilde açık iki yerden biri olan Pirate’e el
salladık, sahibi korsan bey gelip bizi aldı. Küçük kumsalda taş bir restoran.
Tipik. Tahta masa, huzurlu, sakin. Saganaki ile birer uzo çevirip tekneye
döndük çünkü o akşam yemeğini Glaros’ta yemek istedik. Her akşam dışarıda olunca
ara vermek iyi geliyor. Yemeğimizi yedik, havuzlukta sohbet ederken gözler
kapanmaya başladı. Denizde gece geç saate kadar kalmam mümkün değil. Ne olursa
olsun deniz yoruyor.
|
Marathi'de hava sakinlemişti |
|
Glaros Marathi'de alargada |
|
Glaros ekibi |
Sabah denize girildi, yine
Glaros’ta mükellef kahvaltımız yapıldı, çay demlendi. Derken Marathi’den
ayrılma zamanımız geldi. Hava iyi esiyordu, yönü de mükemmeldi. Marathi-Patmos
arasını apaz seyriyle yapabileceğimizi bilmenin keyfiyle demirimizi aldık,
rotamızı Patmos’a çevirdik.
Patmos bir dahaki yazıda…
Yorumlar
Yorum Gönder