On İki Adaların kuzeydeki
adalarına yaptığımız seyrin üçüncü etabı/beşinci bacağı Marathi-Patmos Limanı
arasıydı. Bu turun Lipsi limanına kadar olan bölümünü daha önce kah Glaros ile,
kah feribotla yapmıştım. Ama Patmos’u hiç görmemiştim. Merak da ediyordum çünkü
gidenlerden hep iyi şeyler duymuştum. İnternetteki fotoğrafları çok cazipti
doğrusu. Gel gelelim bir türlü gidememiştim. Bu seyrin en kuzeyine Patmos için
çıktık. İyi ki de çıkmışız. Tadı damağımda kaldı. Bundan sonra tekrar tekrar
gitmek istediğim adaların başına yazdım.
Patmos Osmanlı’nın iz
bırakmadığı adalardan, bu adada pek bulunmamışlar. Buraya Batnaz adası
demişler. Ada Hristiyan dünyası için kutsal. Aziz John (ya da Aziz Yuhanna)
burada bir süre yaşamış, adına bir manastır var. Adanın en hakim tepesinde yer
alıyor, denizden adaya yaklaşırken görüyorsunuz. Liman da onun solunda kalıyor.
|
Seyrin üçüncü etabı/beşinci ve altıncı ayakları kuzeydeki turuncu ve mavi ile çizili rotalardı |
Marathi’den çıktıktan sonra
yıldızdan, yer yer karayelden 15-17 knot esen rüzgarla, çok zevkli bir apaz
seyri yaptık. Ne yazık ki mesafe kısaydı, 10-11 mil sonra Patmos limanına
girmiştik. Limanın olduğu derin koyun ağzına girene kadar adanın merkezini ve
limanı görmüyorsunuz. Yaklaştıkça şehir kendini yavaş yavaş gösteriyor.
Sürprizli bir ada. Limanın olduğu koya -Skala’ya- girmeden önce iskele
tarafında küçük adaları, sancakta ise keşfedilecek koyları görebiliyorsunuz.
Öğlene doğru limana girdik ve yer bulduk. Hatta önce, Lipsi’de komşumuz olan
Hanse’ye yine komşu olacaktık ancak bir Alman teknesi hem kıçtan hem bordadan
halat alınca yanına kimse giremez olmuş.
|
Patmos'a yaklaşırken, henüz liman görünmezken |
|
Patmos limanında |
Limana bağlandık, elektrik,
su için görevli kadını bulduk, biraz havuzlukta dinlenip adaya dair bir iki
bilgiyi okurken “Serdar Benli burada mısın?” diye bir ses duydum. Yıllarca
ofislerimiz aynı binada, evlerimiz Rumelihisarı’nda aynı mahallede olan sevgili
dostum, grafik tasarımcı, meslektaşım Hakkı Mısırlıoğlu imiş gelen. Sosyal
medyada izlediğinden haberim yoktu, çünkü kendisi bildiğim kadarıyla etkin
değil. Her neyse, orada limana girdiğimizi görünce Glaros’a geldi. Meğer başka
bir sevgili reklamcı dostum Alican Turalı’nın teknesi ile gelmişler ve aramızda
dört-beş tekne varmış. Birkaç dakika sonra Alican’ın teknesine gittim, hoş beş
derken Alican’ın eşi hoşgeldin kokteyli ikram etti. Zencefilli, lezzetli bir kokteyldi,
ama tehlikeli olanlardan. Hani bir kaç tane rahat içersin de sonrasında yamultan
cinsinden. Bir taneyle kestim. Yıllardır birbirimizi görmüyorduk. Kısaca neler
yaptığımızdan söz ettik ama o kadar çok konuşulacak şey vardı ki, öyle yarım
saate sığacak gibi değildi. Başka bir limanda, bir başka zaman yine denk gelmek
ve uzun sohbet yapabilmek dileğiyle vedalaştık. Alican’lar Patmos’tan Atina’ya
geçip bu yazı Akdeniz’de geçireceklermiş. İmrendim. İşlerimi ayarlayınca
benim de hedefim bu. Bu yıl olamaz ama gelecek yıl neden olmasın?
|
Limandan çarşıya girerken |
|
Çarşıdaki dükkanlar çok zevkli ürünler satıyor |
|
Dükkanlar küçük ve özenli |
|
Bayan Despina ile |
|
Bayan Despina'nın kızının dükkanında sattığı ev yapımı içkileri |
|
Gülüşan 8 EU verip ev yapımı likörden aldı. Üstteki fotoğrafın sağındaki içki |
Akşama doğru, hava biraz serinleyince limandan merkeze, çarşıya yürüdük. Bugüne kadar gördüğüm en güzel çarşı Patmos çarşısı. Bu kadar bakımlı, kişilikli, temiz bir çarşıya diğer adalarda denk gelmedim. Birincisi, ada turistik olduğu için adaya para giriyor. Biraz önce dedim ya, Hırıstiyan dünyası için çok kutsal bir ada. Gelenler hacı oluyor. Diğer adalara oranla bu avantaj çok önemli bir gelir kaynağı. Ada nüfusu üç bin civarı. Küçük bir ada. Ama Kalymnos, Leros gibi orta direk adası değil. Fiyatlar da bunu söylüyor zaten. Alış veriş yapmak, çarşı gezmek hiç benim işim değil. Sıkılırım. Birlikte olduğum insanlar gezerken bir kafede beklemeyi tercih ederim. Ama Patmos’un çarşısını zevkle gezdim. Doğal olarak çok daha kalabalık, çok daha büyük olan Bodrum ile kıyasladım. Bir kere daha üzüldüm. Bizim çarışımızda ne kadar sıradan, çakma mallar varsa Patmos’da o kadar seçkin, tasarım ürünler, yerel markalar vardı, hepsine imrenerek baktım. Bizim çarşıda ve barlar sokağında en az yirmi tane çakma çantacı görürsünüz. Bir o kadar ayakkabıcı, tişörtçü. Hepsi aynı malları satar. Arada kaynamış bir iki zevkli dükkan vardır ama fark etmezsiniz. O kadar çirkinlik arasında kaybolurlar. Bir kaç şahane taş binanın üzerini tabelalarla öyle kapatırlar ki bina kaybolur. Patmos’ta ise küçük, binayla uyumlu tasarlanmış şık, özgün tabelalar bile dükkan hakkında fikir veriyor. Giyim, hediyelik, aksesuar, yiyecek dükkanlarının, aralardaki küçük kafelerin her biri birer zevk örneğiydi. Eğer çarşı büyük olsaydı, tümünü göremedik diye üzülürdüm. Çarşının sonuna gelmiş dönerken konuşmalarımızı duyup, “Ben de Türkçe biliyorum” diyen bir kadına rastladık. Ayak bilğei şişmiş, ayağını uzatmış sokakta oturuyordu. Yanına gidip sohbet ettik. Adı Despina. Annesi Uşaklı, babası Konyalıymış. Küçük yaşta mübadil olmuş. Hayat onu kara Yunanistanından Patmos’a getirmiş. Kızının küçük yiyecekler, ev yapımı likör, rakı sattığı şirin bir dükkanı var. Biz de alış veriş yaptık. Gülüşan 8 EU verip ev yapımı likör aldı mesela. Hala içmeye kıyamıyor. Ayak üstü birer shot rakıdan tattık. Burada rakı konusuna bir açıklık getirmem lazım. Bizim rakı dedğimiz onların uzosuna benziyor. Onların ve Balkanların bir çok ülkesinde rakı dedikleri, yine genellikle üzümden yapılan ama tadı daha çok grappayı andıran bir içecek. Yani içine su katılmıyor, anason yok. Yunanistan’da ayrıca çipuro (tsipouro) dedikleri de buna benziyor ama o başka. Her neyse, biz bayan Despina ile vedalaştık, limana doğru yürüdük, bir taksiye bindik tepeye çıktık. Yani manastırın olduğu bölgeye.
|
Ve bizim Bodrum çarşısındaki çakmacılar |
|
Patmos çarşısında gelişi güzel çektiğim karelerden sonra Bodrum çarşısında çektiğim gelişi güzel kareler |
Limanın bitiminde küçük bir
kumsal ve pırıl pırıl deniz vardı. Limandan hemen denize girilebilen yerlere
bayılıyorum. Tilos, Halki gibi. Oradan denize girip, teknede bir şeyler
atıştırıp dinlendik. Akşam adayı keşfe çıkacaktık çünkü.
Benim dini mekanlara alerjim var. Cami, kilise, tapınak, katedral
gezemeyi sevmem. O meşhur Notre-Dame, Milano’daki veya Barcelona’dakilere grip
çıkmışlığım var o kadar. Ama sevmiyorum dini mekanları. O yüzden ben sokakları
gezerim siz gezin dedim ekibe, fakat zaten manastırckapalıydı. Manastırın
olduğu bölgede sokaklarda gezindikten sonra karnımızı doyurmak, iki kadeh uzo
içmek için herkesin bildiği John’un Balkonunu aradık, bulduk. John aslında
Yorgo tabii. Turistik olsun diye George, John diyorlar. Restoranın olduğu yer o
kadar mükemmel ki orada tost verse gözümüz görmeyecek, ziyafet çektik
sanacağız. Manzara bizim Geriş’ten Yalıkavak’a bakışı andırıyor. Hava hafif pus
yaptığı için güneş batışını iyi yakalayamadık. Ama dert değil, bu batış için
Avrupa’dan, ya da başka yerlerden gelenler bitip mahvoluyorlar da biz Turgutreis,
Yalıkavak batışlarından alışığız.
|
Manastırın olduğu bölgeden manzara bu |
Tekne ile çıktığımız bütün
gezilerde akşamları geçe kalmıyoruz. Bodrum’da bazen gece ikiye kadar yiyip
içiyoruz da tekne seyirlerinden sonra saat on bir oldu mu gözüm kapanmaya
başlıyor. Deniz, güneş inceden enerji çekiyor. Akşamı uzatmadık, hesabı ödedik,
taksi bizi yine limana bıraktı. Şunu belirteyim, hesap bugüne kadar adalarda
ödediğim en yüksek hesaptı. Sürpriz olmadı çünkü dediğim gibi ada On İki
adaların en pahalı turistik yeri. Ama kazıklandığımızı sanmayın, sadece adalar
içinde en pahalı dedim. Yoksa daha bir ay önce hayırlı olsun demeye gittiğimiz
Küba Bar’ın içinde açılan Bi Duble denilen mekanda iki kişi bundan daha fazla
para ödemiştik. Patmos’ta dört kişi, ondan daha az ödedik. O Bi Duble de
kapandı zaten. Ömrü bir iki ay sürdü.
Gece limanda yattık. Sabah
bidonlara yakıt koyduk, neme lazım dedik, önümüzde epey mil var ve rüzgar hiç
esmeyebilir, korkulu rüya görmeyelim. Yakıt aldığımız istasyon limana dört yüz
metre mesafede. Küçük tanker var. Telefon ettik, bize elli litre mazot lazım
diye. Akşam beşte gelirim dedi. E biz gideceğiz, şimdi olmaz mı diye sorduk.
Olmaz dedi. Bizde olsa tamam abi gelerim der mesela. Yunanlılar rahat. Belki de
belediye beşten önce küçük tankerciğin limana girmesini istemiyor olabilir. Biz
de elimizde bidonlarla 20 litre alıp döndük.
Patmos limanından ayrılıp
önce adanın kuzeyindeki koylara bakalım dedik. Akşam Leros’a daha yakın bir
koyu olan Grika’da demirleyecektik. Çünkü Patmos’tan sonra rotamız Leros idi.
|
Limandan ayrılırken |
|
Patmos koylarından |
|
Grika koyu |
|
Grika'da |
Öğlen kuzeyde güzel bir koya
demirledik, denize girdik, Sena ve Gülüşan nefis makarna ile salata yaptılar,
parmaklarımızı yedik. Bir Pablo içip sonrasında kestirmeye başladım. Bir iki
saat sonra demiri topladık, Grika’ya yollandık. Grika çok güzel bir koymuş, iyi
ki gitmişiz. Avrupa’da bilinen güzel küçük bir oteli, bir kaç güzel tavernası, şahane
bir kaç yalısı ile hiç bir fazlalığı olmayan, huzurlu bir koy. Aramızda
konuşurken dedim ki bu koyda yaşanır. Koyda boş bir tonoz bulmuştuk, ona
bağlandık. Akşam botla karaya çıktık, sahilinde yürüdük. Marathi koyunda
gördüğümüz katamaran da gelmişti. Akşam biz bize, sakin bir yemek yedik. Bir
kaç 20’lik uzo içtik, sonra Glaros’a döndük. Amacım havuzlukta oturup bir kadeh
daha içmekti ama dedim ya, deniz üzerinde uyku erken basıyor. Dokuz günlük
tatilimi karada, arabayla gezerek geçirmiş olsaydım muhtemelen bu tatilde
tükettiğimin iki misli rakı tüketirdim. Deniz iyi geliyor.
Sabah yüzümüzü denizde
yıkayıp, çay demleyip, kahvaltı yaptıktan sonra demirimizi topladık. Rota Leros
dedik. Leros bu tatilin son durağıydı.
|
Kahvaltı halimiz |
|
Leros'a doğru Patmos'tan ayrılırken |
|
Resim yazısı ekle |
Leros da bir sonraki yazıda…
Yorumlar
Yorum Gönder