GÜNEYDEKİ ON İKİ ADALAR SEYRİ-4/SYMİ


Symi limanına bir kaç kez feribotla gelmiş, yolcu indirip-bindirmiş ve yola devam etmiştik. Bir defa da üç yıl önce Symi kanalından geçmiştim. Ama adaya ayak basmamıştım. Kısmet bu sefereymiş. Hem Yunanistan’dan çıkış işlemlerimizi Symi’den yapmak, hem de adayı bir geceliğine görmek için de olsa limanına girmeyi planladık. Aslında hata yaptığımızı limana girerken anladık bile. Bayram tatilinin bitmesine iki gün vardı ama bizim gibi giriş/çıkış yapan o kadar çok Türk bayraklı tekne vardı ki, limanda bir karmaşa, gürültü, patırtı eksik olmadı. Sıcak bir yandan, koydaki barlardan yükselen sesler bir yandan, gece yarış yapan motorsikletler öte yandan, çok rahatsızlık verdi. Günlerce sakin limanlarda ve koylarda demirledikten sonra Symi limanında kalmak iyi bir tercih değilmiş meğer. Bodrum limanında yazın guletlerde geceleyen turistlerin Neyzen Tevfik Caddesi’ndeki barlardan yükselen vahşi gürültüde ne yaptıklarını merak ediyordum. Aynısını Symi’de yaşayarak anladım. Symi limanı ile Bodrum limanının yazın kalabalığında farkı yokmuş, bunu anladık. Eğer zamanımız olsaydı çıkış işlemlerini yapıp bir koya kaçabilirdik ama mümkün olmadı.

Halki'den Alimnia'ya, oradan da sarı ile belirttiğim rotayı yapıp Symi'ye vardık.
İşlemlerimizi yapan acentenin sahibi niye bayramda geldiniz, bayramdan sonra gelin buranın tadını çıkarın dedi. Aynen bizim bayramda Bodrum’a gelenlere söylediğimizi bu sefer o bize söyledi. Yani yaşadığımız bu gürültü, patırtı, kalabalıktan sonra Symi hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapmam mümkün değil. Bu yüzden ilk fırsatta bir daha gitmek istiyorum. Glaros ile mi olur, feribotla mı bilmiyorum ama gitmek istiyorum. Hem havalar da makul bir ısıya gerilerken sakin Symi şahane olur.

Symi kanalından geçerken kanalın en sığ yerinde, Halki'deyken hayranlıkla seyrettiğim Roma yatı ile karşılaştık.

Ertesi gün de Symi'den ayrılırken yine Roma ile karşılaştık.



Yalıkavak’ın görgüsüzleri Leros’a, Hisarönü-Göcek bölgesinin görgüsüzleri de Symi’ye gidiyor anlaşılan. Burada görgüsüz derken kimleri tariflediğimi bir iki özelliklerini yazarak anlatayım ki tüm o bölgedekileri kapsamadığını açıklayabileyim. Öncelikle tamamı motoryatlarla gelmiş olanlar. Bunların içinde büyük çoğunluğu da kiralık motoryatlar. Limanda teknelerinden gürültülü müzik açanlar. Saçındaki tokadan ayakkabısına kadar marka giyinip, tekne tatilinde günde bir kaç kez kıyafet değiştirenler. Kişi başı bir kaç yüz Euro’yu, akşam Tarkan çalarken tabak kırıp Manos’ta harcamayı statü sananlar. Bu tabak kırma nedir, nereden çıkmıştır, bunun hikayesini bir başka yazıda anlatacağım. Hiç de öyle eğlence sonunda tabak kırarak eğlencenin bir parçası yapma meselesi değil. Yunanlılar için turistik mekanlarda faturayı şişirmek için kullandıkları, aslında basbayağı kıroca bir davranış. Neyse, bu konu ayrı, o kiralık motoryatlardan birinden iki kadın indiler ve karşılarındaki bara gidip akşama yer ayırtmak istediler. Kaptan dedi ki nereye gidiyorsunuz? Yer ayırtıp oradan çarşıya gideceğiz diye cevapladılar. Kaptan lütfen dedi, daha işlemlerimizi yapmadık, bir yere ayrılmayın. Pasaport polisine gideceğiz. Aaa biz de mi gideceğiz dedi biri? Ben de orada dolanıyordum, kaptana gülümsedim, o da ellerini iki yana açıp ne yapalım gibisinden baktı. Limandaki motor yatların kaptanlarının konuşmalarına şahit oldum. Biri diğerine dedi ki yahu kaptanım hep mi cahili, sonradan görmesi bana denk geliyor? Yok dedi diğeri, bunlar böyle. Bu arada varlıklı, görmüş geçirmiş insanları elbette ayrı tutuyorum. Onlar zaten derhal giyim, kuşam, hal ve tavırlarından, kibarlıklarından, görgülerinden kendini belli ediyorlar. Hele İngiliz Milletler Topluluğu bayraklı ahşap bir yelkenli yattan inen çift vardı ki yaşı yetmişlerine gelmiş kadının zarafetinden, adamın giyiminden gözümü alamadım.

Symi limanı dar bir koy. Hızlı feribotların ya da büyük motoryatların giriş çıkışlarında liman karışıyor. Eğer rıhtım ile aranızda mesafe bırakmazsanız ve zinciriniz yeterince gergin değilse teknenizi rıhtıma çarptırmanız işten bile değil. Bir kaç kere limandaki teknelerde bu durumu gördüm.









Daha sakin ve daha ılık bir havada gelip karşı tepelere çıkmak gerek.

Symi'de yediğim Symi karidesi bugüne kadar yediğim en iyi versiyondu.
Bir akşam kalacaktık, o akşamı da turistik olan liman sahilindeki mekanlarda değil de adalıların gittiği mekanlardan birinde yiyelim dedim. Sahilde bir kaç yüz EU hesap yazmadan bırakmayan Manos’un çarşı içinde başka bir mekanı daha var, oraya gittik. Elbette Symi karidesi de dahil olmak üzere gayet lezzetli mezeler yedik. Mekanda herkes kendi halindeydi, kimse kimsenin ne giydiğine bakmıyordu ve de zaten herkes bizim gibi şort, tişörtlüydü. İstanbul’da yaşarken bazen iş gereği böyle pahalı mekanlara giderdim. Oralarda parayı hazmetmiş görgülüler ile hazmetmemiş sonradan görmeleri izlerdim. Aradan on yıl geçti, şimdi böyle mekanlardan müthiş rahatsız oluyorum. Oysa eskiden bu kadar takmazdım. Burada o kadar sadeliğe alışmışım ki, artık tahammül etmek istemiyorum. Dolayısıyla o tarz mekanlara asla gitmiyorum. Bu arada şunu belirtmeden geçemeyeceğim, Symi’yi yıllar yıllar öncesinden bilen denizcilerin anlattıklarına göre Manos ilk zamanlar adadaki diğer mekanlar gibiymiş. Ama işte bu bizim görgüsüz, parayı kolay kazanan tipler Symi’yi keşfedince 30 EU hesap için 50-60 EU bırakıp üstü kalsın demeye başlamışlar. Çünkü o zaman EU böyle yüksek değil ve yemek Türkiye’den hayli ucuza geliyormuş. Bir kaç yıl içinde Manos da bakmış ki bunlarda para bol, fiyatları şişirmiş, fakat müşteri azalmamış. Yani aslında Manos’un ahlakını bizimkilen bozmuş. Benzeri şeyler Leros’ta da oluyor, oradaki bir iki mekanı da bozacaklar diye korkuyorum.








Symi kanalından geçerken.
Datça pruvamızda...
Ertesi sabah kaçar gibi limandan uzaklaştık. Bir koyda denize girelim dedik ama yakında sakin ve denizi güzel bir koy da bulamadık, bari dedik Datça limanına girmeden Kargı’ya girelim yüzelim. Datça ve Knidos ile ilgili notlarımı da bir sonraki yazıda aktarıp bu diziyi biterceğim.

Dediğim gibi Symi ile ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapmam mümkün olamadı ne yazık ki. Eylül, Ekim aylarından birinde gidip, adalılarla baş başa bir kaç gün geçirmeyi istiyorum. O zaman Symi’nin tadına varacağımı tahmin ediyorum.



Yorumlar

  1. Seviyorum yazilarinizi, gözlemlerinizi. Umarim siz yazmaya devam edersiniz ve ben de okumaya devam edebilirim. Sevgiler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar